Ödül çok şeydir, ama her şey değil!
Önceki gün Hürriyet'te Ertuğrul Özkök, "iyi" bir habercilikle, ABD'deki etkin Yahudi örgütü JINSA'nın Mehmet Emin Karamehmet'e verdiği ödülün gerekçesinin "Irak savaşına destek" olduğunu yazdı.
"Savaşı desteklemek"e itirazı yoktu, kendisi de yapmıştı, ancak, öteki grubun gazetesi Akşam'da savaş karşıtı bir tutum ağır basmışken asıl kendisinin "Amerika'nın sesi" olmasından ötürü belki "haklı olarak" alınmıştı. Dün de Yeni Şafak'ta Fehmi Koru, aynı JINSA'nın 28 Şubat Genelkurmay'ının iki en üst düzey ismi İsmail Hakkı Karadayı ile Çevik Bir'e ödül verdiğini hatırlatıyor...
Tayyip Erdoğan'ın ise JINSA'dan değil, "Amerikan Yahudi Kongresi"nden "Cesaret Ödülü" aldığını belirtip bu ikisi arasında "28 Şubatçılar-mağdurları" ekseninde çelişki olup olmadığını sorguluyordu. Bildiğim kadarıyla, her ikisi de İsrail'in bugünkü tarzını destekleyen, "yeni-muhafazakar şahinler"in güdümündeki Bush yönetimine yapışan bu kuruluşlar arasında derin-demokratik ayrılıktan çok işbölümü var. Ama esas anlatmak istediğim o değil.
*** 28 Şubat'ın, henüz bin yıllık bir perspektif çizilmeden önce, fiilen var olduğu günlerdi.
Washington'da Türk-Amerikan İş Konseyi toplantılarını izlemiştim. Özellikle oradan yazdığım bir yazıyla, 28 Şubat'ın "kovulması, susturulması istenen gazeteciler" listesine girdim. Listeye girince, emsal yazılar çoğaltıldı zaten.
Uzatmayayım; o yazı, dönemin güçlü isimlerinden Erol Özkasnak'ın, insan haklarının da tartışıldığı (asıl başlığı silah sistemleri üstüneydi) bir oturumda, konuşma sırası bekleyen bir gazetecinin eline metin tutuşturup onları söylettirmesi üstüneydi.
Diğer gazetecilerin izlemediği bu sahneyi yazınca, ısrarla "kara liste"ye alınmış, kovulmam istenmişti.
Epey sonra başka güdülerle kovanlar, saygıyla anayım ki, buna direndiler. Ancak, belli ki kara liste tek yazıyla oluşmuyor, infaz talebi daha kapsamlı dosyayla yapılıyordu.
Baskı rezaleti bir yana, o yazı en azından "doğrudan"dı. Bir başka yazı daha vardı ki...
*** O, yine ABD'li Yahudiler kadar, İsrail'in de etkin olduğu, Türkiye'yle aşırı ilgili "Washington Enstitüsü" adına bir konuşmaya dairdi.
Bazı Türk gazetecilerin pek sık kaynağı olan "Türk dostu ABD'li", harita ve grafikle bezeli konuşmasında, Türkiye'nin Ortadoğu'daki kimyasal-biyolojik-nükleer silahların menzilinde ve tehdidinde olduğunu anlatıp durmuştu.
"Ortadoğu" Irak ve İran'dı. Suriye o dönem ABD ile biraz yumuşak temas kurduğu için geçiştirilmişti. İsrail sanki bölgede değildi, sanki öyle bir kitle imha kapasitesi yoktu.
İşte bunu eleştirdim: Tek taraflı dolduruşu. İsrail'i kayıran bakışı. İşte o yazı da Çevik Bir'in "kara" dosyasına girmişti. Hem anlaşılmaz, hem çok anlaşılırdı.
*** İşgal altındaki Irak'ta o silahlar bulunmadı. Diktatörün imhaları tamam da, silahlar üstüne söylenenlerin yalan olduğu, manipülasyon yapıldığı anlaşıldı.
Oysa, bu masal yıllarca sivil-asker devlet erkanınca gerçek kabul edilmiş, kuşkucu-eleştirel duruşu olması gereken medya ve çok gazeteci, Ankara'yı vuracak füzeleri halka pazarlamıştı.
O yüzden, bu tür "üstün hizmet" ya da "cesaret ödülleri" tuhaftır. Yalanlara da ortaklık belgesidir. Kime verilirse verilsin. Ve kim çok hak ettiği halde alamamışsa da!
Onca savaşperverlik yaptıkları halde henüz ödül almamış olanlar belki alınmakta haklıdır ama, bilmem bu onları avutur mu: Merak etmeyin; siz de tarihe geçtiniz. Manşetlerinizle, yazılarınızla asla unutulmazsınız!
Gönüllerin kahramanları!
|