Ya genelin iyiliği ya da küresel kriz
Yeryüzünün her noktası bir şekilde kabuk değiştiriyor. Değişim karşısındaki korkular giderek azalıyor. Yerli dinamikler karşısında daha doğrudan ilişkiler geliştiriliyor. Bir açıdan baktığınızda yeryüzünde krizlerin giderek daha çok kışkırtıldığı bir düzlemden geçiyoruz. Öbür açıdan ise küresel düzeyde demokratikleşmeye, şeffaf düzenlere ve insan haklarının yaygınlaşmasına en yakın noktadayız. Küresel iyi ve küresel kriz kolkola gidiyor. Hangisinin öne çıkacağı ise işleri oluruna bırakarak yönetilecek bir şey değil. Süreçleri ve dinamikleri doğru yönetmek gerekiyor.
Ancak o zaman küresel düzeyde daha doğru gelişmelerin elde edilemesi mümkün olabilecektir. Bu noktada 'küresel meşruiyet' kavramı öne çıkıyor. Çeşitli kültürlerin ve toplulukların kabuk değiştirmeye başladığı, değişimle doğrudan temas ettiği bu zaman diliminde, gelişmelerin birilerinin özel çıkarına doğru yönlendirilmemesi, genelin iyiliğini gözeten bir içerik kazanması için dünya üzerinde herkesin aklını ve vicdanını tatmin edecek modellerin ve kuralların üretilmesi gerekiyor.
En içe kapanık siyasi modeller bile temel hak ve hürriyetler, demokrasi, laiklik, kadın hakları ve şeffaf devlet düzeni gibi modern dünyanın vazgeçilmez kavramlarını önemseyen bir noktaya gelmiş bulunuyor. Fakat bu kavramlar yoluyla kendileri üzerinde yeni sömürge biçimlerinin denenip denenmediği, işin görünmez ufuklarında gelişmelerin nereye doğru evrileceği noktasında geniş topluluklarda derin tereddütler var. İnsan hakları denildiği zaman bunun sadece kendi içişlerine karışmanın bir aracı mı olduğu, yoksa insanlık bilincinin kendisinden çok uzaktaki kardeşini bile gözeten bir noktaya gelmiş olmasının ifadesi mi olduğu noktasında yoksul ve kenardaki halkların ciddi kaygıları var.
Demokrasinin, bir halkı kendini yönetme iradesine kavuşturmak amacıyla mı, yoksa kendi zenginliklerini üretemeyen ülkelerin yer altı ve yer üstü zenginliklerini uluslararası şirketlere daha kolay aktaracak düzenlerin kurulmasını hedefleyerek mi öne sürüldüğü konusunda kafa karışıklıklarıyla dolu Ortadoğu halkları. İnsanlığın kazanımı olan kavramların ve kurumların, ne için kendi önüne sürüldüğü noktasında halkların bilinçlerinin aydınlanması gerekiyor. İlke'den çok çıkar'ın hakim olduğu, en hümanist kavramları üreten ülkelerin ilkeyi çıkara kolayca feda ettiğinin defalarca görüldüğü bir dünyada, halkların tereddütleri doğal karşılanmak zorundadır. Bu noktada dünyanın geleceği önünde ciddi bir yol ayrımı vardır. Ya gerçekten bu kavramların ve kurumların insanlığın genel iyiliği için işlediğini gösteren kurallar ve modeller üretilecektir ya da bu kavramların zengin ülkelerin beşinci kol faaliyeti gibi algılandığı ve bu yüzden reddedildiği bir blokun adım adım ortaya çıkması söz konusu olacaktır.
Birincisi barış, ikincisi kaostur Küresel meşruiyet temelinde örgütlenmiş bir dünya arayışı bunun için çok önemli. Davos Zirvesi kadar Porto Allegre Zirvesi'nde dillendirilenleri de hesaba katan bir bilinç gerekiyor. Tüm insanlığın bir şekilde kabuk değiştirdiği ve değişimle tanıştığı bu zaman tünelinde gelişmeleri çok doğru bir noktaya yönlendirmek de, tamamen kısırdöngüye sokmak da dünya düzeni hakkında söz söyleme ve karar verme konumunda olanların elinde Sadece birilerinin kazandığı bir dünyadan ya herkesin kazanacağı ya da hiç kimsenin kazanamayacağı bir dünyaya geçiyoruz.
|