Çok uzun yıllar önce akrabam olan bir avukatı, tutuklu olan müvekkili olay çıkardığı için cezaevine çağırmışlardı. Tutuklu müvekkil gardiyanlara saldırıp onları dövmek istemiş.
Görüşme odasında bizim avukat ile müvekkili karşılıklı oturmuşlar.
- Neden saldırdın gardiyanlara, diye sormuş avukat...
Müvekkil anlatmış:
- Avukat Bey, mahkûmlardan biri esrarlı sigara ikram etti. Yaktım, kafa bulmaya başladım. Birazdan uçuyordum. Amerikan Başkanı Kennedy ile Sovyet lideri Kruşçef'i buluşturup, aralarındaki anlaşmazlığı tatlıya bağlamaya çalışıyordum. Tam o sırada bir gardiyan geldi ve elimdeki esrarlı sigarayı almaya teşebbüs etti. Bu durumda sen olsan ne yapardın? Aslında hepimizin içimizde böyle bir senaryonun oyuncusu olmak özlemi yok mudur?
Bunu kişi olarak gerçekleştirmemiz pek zor olacağı için, ülkemizin bu rolü üstlenmesini bekleriz hep.
- Türkiye'nin önemi ve ağırlığı arttı...- Türkiye'nin katkısı olmadan Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar'da hiçbir sorunun çözümlenemeyeceği anlaşıldı...- Amerika da, Avrupa da, Rusya da, Çin de Türkiye'yi elde etmeye çalışıyor... Gerçeklere dönüş Davos'taki
"One minute" le başlayan,
NATO Zirvesi'ndeki
"Rasmussen vetosu" ile cilalanan, Obama'nın
Türkiye ziyareti ile nirvanaya ulaşan tatmin duygularımızı, ne yazık ki bir noktada dünya konjonktürünün gerçekleri ile izdüşümüne oturtmak zorundayız.
Bilelim ki dünyada vazgeçilmez insanlar da, ülkeler de yoktur.
1979'a kadar Ortadoğu'da İran olmadan Amerika'nın hiçbir şey yapamayacağı düşünülürdü. Şah gitti Humeyni geldi... O zamandan beri İran Amerika için yok. Ama Amerika Ortadoğu'da hep var.
Irak'a
Türkiye üzerinden Amerikan müdahalesi planlanırken bizim diplomatlarımızın Washington'daki pazarlıklarında
"Bu iş Türkiye olmadan olmaz" mantığı ağır basıyordu.
Sonra
"Tezkere" reddedildi ve Amerika Güney'den girdi Irak'a...
Daha öncesini hatırlayalım.
1990'daki ilk Körfez Savaşı başlarken, eğer
Türkiye Irak'tan gelen petrol boru hattının vanasını kapatmasaydı Amerika İskenderun limanına abluka uygulayacaktı.
Süper güç olmak Söylemek istediğimiz şu...
Sözü dinlenilen, ağırlığı olan ve dostun da düşmanın da dikkatle izlediği ülke olmanın iki yolu var.
- Ya çoğulcu demokrasiye sahip, güvenilir, istikrarlı, sorunlarına çözüm üretebilen, her alanda işbirliği yapılabilir, hukukun üstün olduğu çağdaş ve uygar bir ülke olacaksın.- Ya da, eski Saddam Irak'ı, bugünün İran'ı, Kuzey Kore'si, Venezüella'sı gibi yarın ne olacağı bilinmeyen bir siyasi çizgi izleyeceksin. Tabii bir de üçüncü yol var ki bu yolu izlemek her ülke için mümkün değil...
Bu üçüncü yolun yolcusu olmak için
"Süper güç" olmak gerekiyor.
Ancak hem ekonomik, hem de askeri açıdan süper güç olan ülkeler ve liderleri
"Kodumu oturtan" türüne giriyorlar.
Eskiden biz de böyleymişiz.
Orta Avrupa'nın kralları İstanbul'dan atanırmış.
Böyle bir atanmış kralın bağlılık mesajını herhalde tarih kitaplarında görmüşsünüzdür:
"Kıral-ı Orta Macarım, namım Tököli İmre Muin-i Ali Osmanım, daim hazırım emre"
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 8 Nisan 2009, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/04/08//haber,AF09D4D7F3E64DA5985A2219BEB83B27.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.