Bir arkadaş Obama'ya açık mektup yazmış. Halkın anlayacağı şekilde
"mornink mornink ver ar yu goink" düzeyinde İngilizce kelime oyunlarıyla da süslediği yazısında,
"İstanbul'u aldığımızda Amerika kıtası henüz keşfedilmemişti" gibi berber dükkânı ya da okey kahvehanesi böbürlenmeleriyle birlikte, Obama'ya şunu da hatırlatıyor:
"Bizim Kıbrıs'tan çıkmaya niyetimiz yok!" Hay yaşasın, ben de hep bunu anlatmaya çalışıyordum...
Çünkü biz Kıbrıs'ı
"aldık" .
Oraya barış marış götürmedik, Türk azınlığı Yunan faşistlerinin elinden kurtarmadık, gerek Güney Kıbrıs'ı gerekse Yunanistan'ı demokrasiye falan da döndürmedik, biz orayı
"aldık" .
Aldığımız için de, vermeyiz.
Yedi düvele kafa tutarız, yapayalnız kalırız, otuz beş yıl sıkıntı çekeriz, kendi kendimizi vururuz, beş bin ölü veririz, darbe yaparız, anayasa değiştiririz, dikta kurarız, burnumuzu önce ASALA bokuna, sonra PKK bokuna sürterler, iki yüz milyar dolar harcarız, otuz bin kişi daha gider, gene vermeyiz.
Tamamını alsaydık daha iyi olurdu ya anasını satayım, hiç olmazsa bir bölümünü, kuzey kısmını aldık.
"Barış harekâtı" falan, Ecevit'in
"şairane" bir buluşudur, dünya kamuoyuna atılmış bir yemdir, biz orayı aldık.
Çünkü, biryerleri almaya muhtaçtık... Genlerimiz almaya programlıydı.
1699 yılından beri sürekli toprak vermeye alışmış ve bunun sarsıntılarını kuşaklar boyunca iliklerinde hissetmiş, bu yüzden bir türlü dirlik ve düzen tutturamayan koca bir ülke, kim ne derse desin yıkılmış bir öncekinin bal gibi mirasçısı olan bir devlet, 1974 yılında ilk kez azıcık da olsa bir toprak parçası aldı!
1878'de verdiğinin bir kısmını geri almayı başardı, daha doğrusu...
Hatay'ı saymayınız, o gürültüsüz patırtısız,
"diplomasi" yoluyla elde edildi ve hemen unutuldu. Silahsız olunca tadı yoktu...
Oysa Kıbrıs'ta öldük ve öldürdük. Bize de bu yakışırdı.
Büyüklük kompleksimizle at başı giden, bir paranın iki yüzü gibi birbirinden ayrılamayan aşağılık kompleksimize ilk kez bir ferahlama yolu, bir
"kompansasyon" görünmüştü... (İki aşırı yaklaşım ucu,
"bir Türk dünyaya bedeldir" ucuyla
"bu millet adam olmaz abi" ucu, çelişir gibi görünse de birbirini bütünler.)
"Soydaşlarımız" falan hikâyedir, soydaşlarımız bizi oralarda artık istemiyorlar ama bu hiç de umurumuzda değildir.
Hiç kendimizi kandırmayalım, vermeyiz, çünkü aldık hemşerim. Vermemek için de yolu hep yokuşa sürdük,
"çözümsüzlük" ayağına yattık.
Bu yüzden, Kıbrıs'ta kalıcı bir çözüme ulaşmayı deneyecek her hükümete de burada
"vatan haini" gözüyle bakılır, Kıbrıs'ı
"sattı" denir. Ortalık birbirine girer, kıyamet kopar.
İşte şimdi baklayı da ağzımızdan çıkardık.
Uzak Asya'dan dörtnala gelip Türk basınına bir kısrak başı gibi uzanan
"ulusalcılara" bayılıyorum, bir yandan Osmanlı'ya küfür ede ede, Osmanlı'nın torunları olduklarını her fırsatta kanıtlıyorlar...
Ama kimileri Fatih Mehmet'in torunlarıdır, kimileri Deli İbrahim'in tabii...
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 8 Nisan 2009, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/04/08//ardic.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.