Kıbrıs'a askeri müdahalenin yapıldığı dönemde, o zaman Dışişleri Bakanı olan rahmetli Turan Güneş'le TRT'nin tek kanallı televizyonunda söyleşi yapıyordum.
Doğal olarak Yunanistan'la ilişkilerimiz çok gergindi.
"Kıta Sahanlığı", "Karasuları", "FIR Hattı" gibi konularda, iki ülkenin söylemleri çarşı karşıyaydı.
Turan Güneş'e
"Kıta Sahanlığı nedir" diye sordum.
Güldü.
- Kıta sahanlığı tramvay sahanlığına benzer, diyerek konuya girdi.
Hariciye kadrosu açısından açıkçası çok fazla basitleştirilmiş bir anlatımdı bu.
Ama iç siyasetin en katı konularını bile böylesine basite indirgeyerek ve gülümseyerek yorumlayan Turan Güneş için, dış politika da siyasetin bir uzantısıydı.
"İç siyasette parlamış bir isim Dışişleri Bakanı olduğu zaman seçmeninden kopar mı" diye sormuştum bir seferinde de.
O da
"Ben kopmadım, Dışişleri Bakanlığı'nın koridorları seçmenlerimle dolu her zaman" diye cevap vermişti bana.
Neticede, teknesine Bulgarların el koyduğu Karadenizli bir balıkçı veya yurtdışında çalışırken pasaportunun uzatılması sırasında Türk konsolosluğunda kötü muamele gördüğünden yakınan bir Kocaelili de, derdini Dışişleri Bakanı'na aktarıyordu.
Diplomasinin önemi Diplomatlarla vatandaşların tanışması, ya böyle bireysel konular dolayısıyla olur. Ya da kitlesel ölçüde dikkati çeken ve uluslararası gerginliğe neden olan sorunlar ülkenin dış ve iç siyasetini etkileme noktasına geldiği zaman,
"Diplomasi" mesleğinin önemi ön plana çıkar.
Örneğin
NATO Genel Sekreteri'nin kim olacağı konusunda ve Danimarkalı Rasmussen'in
Türkiye engelini aşarak bu makama oturacağının kesinleşmesi üzerinde, bu "Kriz" patlayıncaya kadar halk kitleleri hiç bilgi sahibi değildi.
Başbakan Erdoğan Rasmussen'in adaylığını bir nevi veto edince bu konu birdenbire "
Ulusal haysiyetimiz"i ilgilendiren milli dava ve bir kriz konusu niteliğine bürünüverdi.
Sonra da Obama'nın kefaleti ve Rasmussen'in
Türkiye'yi rahatsız eden konularda (Karikatür Krizi ve Roj TV olayı gibi) geri adım atacağı sözünü vermesi üzerine de krizin bittiği varsayıldı.
Oysa AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn'nin, Ankara'nın Rasmussen'e itirazının TürkiyeAB ilişkilerini olumsuz etkileyeceğini ileri sürmesi, dış siyasetimiz açısından olayın en zedeleyici yönünü açığa çıkarmıştı. Çünkü Olli Rehn,
Türkiye'nin Rasmussen'e itirazı üzerine
"Bu durumda, AB üyesi ülkeler ve AB vatandaşları, ifade özgürlüğü gibi değerler konusunda Türkiye'nin uyum düzeyini sorgular" diye konuşmuştu.
Gül'ün tepkisi Nitekim Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Rehn'e tepkisini hemen seslendirdi.
Gül
"Eğer sabah anlaşmaya varmamış olsaydık, Rehn'in açıklaması olacak işi olmaz ederdi. Biz NATO toplantısındayız; AB toplantısında değildik. Bunu değerli muhataplarımıza da söyledim. Bunlar birbirleriyle ilgili konular değildir. Eğer öyle olsaydı, biz de başka şeyleri de masaya getirirdik. O zaman da, Avrupa kültürüne yakışmayan bir çalışma ortamı oluşurdu" dedi.
Gül'ün, Sarkozy ve Brown ile sohbet ederken
"AB içinde biz bu kararı aldık" diyen Avrupalı liderlere
"Burası AB değil, NATO. Kararı burada, birlikte alırız" dediği de ajans haberlerine yansıdı.
Görüldüğü gibi dış siyaset böylesine karmaşık durumları da içeriyor.
Bu karmaşık durumların iç siyasette kitlelere yansıtılma biçimi ise böyle ayrıntıları içermiyor.
Rasmussen'i
Türkiye'nin koşullarına uymaya zorlarken bakıyorsunuz, AB içinde daima
Türkiye yandaşı olmuş Olli Rehn'i karşı cephede buluvermişsiniz.
Türkiye için
NATO mu, AB mi önemli şimdi?
Bu ayrıntılar acaba Obama'nın gündeminde ne kadar yer tutuyordur?
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 6 Nisan 2009, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/04/06//haber,7496AEEDA8994A8B8E25903011E6A523.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.