İran devrimi geçtiğimiz günlerde otuzuncu yıldönümünü idrak etti. Devrim gerek İran'ın toplumsal ve siyasal yapısında gerçekleştirdiği büyük dönüşüm, gerekse bölge ve hatta dünya ölçeğindeki etkileriyle
tarihsel devrimler arasında sayılmayı hak eder. Devrim köklü bir toplumsal hareketlilik sonucu şekillenmişti.Kendi ideolojik hegemonyasını kurmayı becerebildiği ve sonuçta
derin bir meşruiyet elde ettiği de 8 yıllık İranIrak savaşıyla açığa çıkmıştı. Bu savaş aynı zamanda rejimin temelini de güçlendirmişti. İran'a yönelik uluslararası sistem baskısı rejimi çökertememişti.
Ancak İran İslam Cumhuriyeti tarihsel devrimlerden farklı olarak dünyada cazibe merkezi diye kabul edilebilecek
alternatif bir ekonomik model üretememiştir. Gerçi Devrimin lideri Ayetullah Humeyni de bu devrimi karpuz fiyatlarını düşürmek için yapmadıklarını söylemişti ama petrol olmadan işlerin yürümesi de mümkün değildir. Rejimin yumuşak karnı da buradadır.
Benzer şekilde evrensel bir İslam rejimi modeli iddiası da İran'ın Şiiliğine takılmış, Sünni dünyanın meseleyi mezhep alanına çekmesiyle ideolojik cazibesine ket vurulabilmişti. Ülke içinde ideolojik hegemonya kurmadaki başarısına ve rejimin değiştirilme ihtimalini neredeyse bertaraf etmesine rağmen İran
özgün bir model de siyasi üretmemiştir. Sistem teokrasi ile kitle demokrasisi arasında bir yerde dengesini buldu. Üçüncü dünyacılığın ve popülizmin tüm çürümüşlüğünü de bünyesinde taşıyor.
İran toplumu bir tarihsel devrim gerçekleştirecek ölçüde derin bir hareketlilik yaşamış olduğundan üzerindeki tüm baskılara ve rejimin muhafızı silahlı grupların ağırlığına rağmen canlılığını da korumuştur. Reform damarı halen güçlü ancak bu reformları siyasete taşıyacak kadrolar zayıf ya da dağınıktır. Son tahlilde İran'ın en büyük gücü toplumundaki bu yaratıcı hareketliliktir. Bu dinamizmin su yüzüne iyice çıkmasının, rejimin bugünkü muktedirlerini zorlamasının önündeki en büyük engel ise İran'ın dünyadan tecrit edilmişliğidir.
Türkiye tercihler yapmalı Devrimin ardından hem bölgesinde hem de dünya sistemi içinde genel bir tecritle karşılaşmasına rağmen İran 21. yüzyılın dünyasının etkili bir ülkesidir. ABD'nin Bush dönemindeki yeni dünya düzeni kurma planları, ki bunların içinde İran'da rejimi değiştirme hayali de vardır, İran'ı bölgenin en güçlü ülkesi konumuna getirmiştir. Hazar havzasından Basra Körfezi'ne uzanan coğrafyası, genç ve her şeye rağmen kıpır kıpır toplumuyla İran yabana atılabilecek bir ülke değildir.
ABD Afganistan ve Irak'ta kısa süren savaşlar sonucu rejimleri devirdiğinde Tahran'daki yöneticiler korkmuşlar ve Vaşington ile bir mutabakat aramışlardı. Bush yönetimi o zaman bu açılıma cevap dahi vermemişti. Şimdi ise kendine güveni artmış, yeni ağırlığının ve öneminin kabul edilmesini isteyen,
dünyaya kafa tutmaktan çekinmeyen bir ülke var. İran nükleer programından vazgeçmediği gibi dünyaya da kafa tutmayı sürdürüyor.
ABD'nin Ortadoğu'daki stratejik öncelikleri iyice Körfez bölgesine ve AfganistanPakistan yönüne kaymışken VaşingtonTahran ilişkilerinin ne şekilde gelişeceği büyük önem taşıyor. Eski günleri andıran bir stratejik ilişki bölgesel istikrara katkıda bulunur. Nükleer program üzerinden derinleşecek anlaşmazlıklar sonucu çatışmaya gidilmesi ise zaten istikrarsız bir bölgeyi ateşin içine atar.
Bu ihtimallerden hangisinin galebe çalacağında Güvenlik Konseyi üyesi
Türkiye'nin de bir rolü olacaktır. Ancak o rolü oynamak için 'herkesle konuşuyoruz' yaklaşımı yetmeyecek zor kararlar verip tercihlerde bulunmak gerekecektir.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 15 Şubat 2009, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/02/15//haber,D30C2A44F7DA48DABD819BA98FC74A40.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.