Gazze'ye yönelik İsrail saldırısı ikinci haftasını doldurdu. Bu iki hafta içinde
Türkiye'de de bugüne dek çok insanın canını yakmış, siyaseti kilitlemiş, çözülememiş temel haklarla ilgili konularda önemli adımlar atıldı. Bir yandan otoriter eğilimlerin güçlendiği, her grubun kendi içine daha fazla kapanmaya başladığı,
siyaset söyleminin kutuplaşmayı körüklediği, AB sürecinin komaya yattığı bir dönemden geçilirken, sessiz sedasız Kürtçe TV yayını başladı. TRT bir cemevinden Aşure gününde yayın yaptı. Nazım Hikmet'in vatandaşlığı iade edildi.
Hepsinden önemlisi
Türkiye'de bu tür işleri yapma alışkanlıklarından kaynaklanan, davayı zedeleyebilecek usul suçlarını ve hoyratlığı bir yana bırakacak olursanız Ergenekon soruşturmasında kritik bir eşik geçildi. Silahlı Kuvvetler'in görünürdeki açık desteğiyle
Türkiye soğuk savaş günlerinden kalmış, kanunsuzluklara ve şiddet eylemlerine bulaşmış,
demokratikleşmeye ket vurmuş bir yapılanmadan kurtuluyor.
Bu yapılanma aynı zamanda
Türkiye'nin Batı ittifakı içindeki yerini sorgulayan bir zihniyet de benimsediğinden, tasfiyesinin ardından Türk dış politikasında Avrasyacılık seçeneği de devreden çıkacaktır. Gelişmeyi küçümsemek, usul sorunlarından duyulan rahatsızlığa, densiz söylemlere, davanın seyrinde/iddianame hazırlanmasındaki dayanılmaz yavaşlığa, ve
şeffaflık eksikliğine rağmen kolay değil.
Aynı zamanda Gazze krizi de devam ediyor. Son gelen haberlere göre Hamas ateşkesi reddederek İsrail'i yeniden bölgeyi işgal etmeye kışkırtıyor. Bu şekilde
daha rahat mukavemet edeceği bir durum yaratılmış olacak. Buna karşılık İsrail aman diletene kadar saldırısını sürdürme niyetinde. Ancak Gazze'nin yeniden işgalinin kendisine maliyetinden de ürküyor. FransaMısır ortak yapımı olan ateşkes planının yürümeyeceği, daha bir süre kıyımın süreceği anlaşılıyor.
Madalyonun öbür yüzü... Bu savaşın
Türkiye'ye maliyetinin tam ne olacağı ise ortalık durulduktan sonra anlaşılır. Şimdiden şu kadarını söylemek mümkün: Savaşın çıkması
Türkiye'nin çok önemsediği
her tarafla konuşma becerisinin olayların akışına etki edemediğini gösterdi.
Türkiye ne iki buçuk yıldır temasta bulunduğu Hamas askeri kanat lideri Halid Meşal'in ateşkesi uzatmayı reddini ne de en az altı aydır bu savaşa hazırlanan İsrail'in insafsız saldırısını engelleyebildi.
Bunun yanısıra Başbakan Erdoğan'ın çeşitli nedenlerle kullanmayı seçtiği dil,
Türkiye'yi Hamas'ın taleplerini Güvenlik Konseyi'ne taşımaya hazır diye takdim etmesi,, bu şekilde taraflara eşit mesafede kalamadığını göstermesi Ankara'yı olması gerekenden ve olduğundan daha
etkisiz bir oyuncu haline getiriyor.
Bu bağlamda İsrail başbakanı Olmert'in telefonuna çıkmamak veya (Haaretz gazetesinin yazdığına göre) Dışişleri bakanının ziyaret talebini reddetmek infial halindeki toplumun yüreğini soğutabilir. Ancak
Türkiye'nin olayları yönlendirme imkanlarını ciddi şekilde kısıtlar. Güvenilirliğini zedeler. Nitekim bu sonuçlar son ateşkes çabalarında
Türkiye'nin devrede olmasına rağmen
ön planda gözükmemesiyle de ortaya çıkmaya başladı.
Son olarak bir noktaya daha değinmek gerekir. Dünyadaki Müslüman olan ve olmayan pek çok toplumda olduğu gibi
Türkiye'de İsrail'in saldırısının insani maliyeti haklı olarak yürekleri burktu, insanları isyan ettirdi. Ancak Arap ülkeleri bir yana bırakılacak olursa, İran dahil İsrail karşıtlığının bu denli şiddetli bir ırkçılığa, antisemitizme ve intikam çağrılarına yol açtığına tanık olunmadı. Belki bunun üzerinde de düşünmek isteyen çıkar.
Yayın tarihi: 11 Ocak 2009, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/01/11//haber,77E2BD2478C241F2827AA69729AC963E.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.