Dünkü Financial Times gazetesine bakınca
insanın içinin kararmaması mümkün değildi. Geçen haftanın her günü dünyanın dört köşesinden gelen ekonomik kriz haberleriyle doluydu. AB'den sonra Japonya da resmen durgunluğa girmiş, ABD ve AB'deki otomotiv sektörleri kurtarılmayı beklerken bu krizden fazla etkilenmeyeceği düşünülen hatta Batı ekonomilerinin bıraktığı boşluğu dolduracağı umulan Çin ve diğer Asya ülkelerinden de fabrika kapatma, artan işsizlik haberleri geliyordu.
Düşen petrol fiyatları,
yüksek fiyatla bol keseden popülizm yapan Venezüella, İran ve Rusya yönetimlerini sıkıştırıyordu. Dünyanın en büyük bankası olan Citigroup hisseleri son aylarda değerlerinin yüzde doksanını yitirdiğinden şirketin satılması, parçalara bölünmesi gibi seçenekler konuşulmaya başlanıyordu. Genelde bu yaşananların daha da kötü bir yılın habercisi olduğuna inanılıyordu. Financial Times'in etkili yorumcusu Martin Wolf
dünyanın bir deflasyon tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu vurgulayarak yetkilileri birlikte hareket ederek piyasalarda canlılık yaratacak adımları atmaya çağırıyordu.
Zor durumlar faşizmi yaratır Wolf'a göre "cari fazlası olan ülkelerin bilerek resesyona girmeleri ve bu şekilde kendi ürünlerine talep sağlayan borçlu ülkelerin zorluklarını derinleştirmeleri
ekonomik sabotaj"dı. Gene Wolf'a göre "derin buhranlar aşırılıkları sağlıklı şekilde temizlemekten çok toplumsal ve siyasal felaketler getirir". Gerçekten de tarih kapitalizmin bu derin krizlerinin
faşizmin yükselişinin maddi koşullarını oluşturduğunu gösterir.
Wolf'un analizi ve buhranla başa çıkacak radikal tedbirler alınması gerekliliği bu yılki Nobel iktisat ödülünü alan Paul Krugman'ın da uzun süredir savunduğu bir çizgi. Daha on yıl önce yazdığı Türkçe'ye de çevrilen Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü başlıklı kitabında Krugman dünya ekonomisine çok farklı bir yaklaşımın gerekliliğini savunmuş neoliberal reçetelerin yarattığı optik kaymaya saldırmıştı. Şimdi de krizden çıkmanın hayli cesur hatta cüretkar harcama politikalarıyla gerçekleşebileceğini savunuyor.
Sorumsuzluk ürkütücü Alınması gereken tedbirlerin ne olduğu konusunda ciddi bir tartışma tüm dünyada yapılıyor.Ancak kesin olan krizin merkezindeki ABD'nin izleyeceği politikaların belirleyici olacağı. Bu noktada da devreye Amerikan sisteminin bir özelliği olan Başkanlar arası geçiş dönemi giriyor. Normal koşullarda yeni dönemin yöneticilerinin atanması, dosyalarına hakim olmaları ve yönetmeye hazırlanmaları için çok yararlı olan bu dönem bugünkü şartlarda hayli hasar veriyor. Yaşanan krizin en önemli unsurlarından birisinin belki de başlıcasının güven erimesi olduğu düşünülürse Bush yönetimin alacağı hiç bir tedbir dikkate değer bulunmuyor yeni yönetim ise henüz yetkili değil.
Bu geçen sürenin ekonomiyi nasıl etkilediği ortada. Dolayısıyla kriz derinleşiyor.
New York gibi bir kente gittiğinizde kriz ruh halinin her yere sirayet ettiğini, en canlı alışveriş dönemi başlamak üzereyken mağazaların ard arda büyük indirimler yaptıklarını görüyorsunuz. Önümüzdeki iki aylık sürede kriz daha da derinleşeceğinden alınması gereken tedbirler de o ölçüde radikalleşecek gibi. Barack Obama'nın bugün ipuçlarını verdiği
ekonomi programı, altyapı ve enerjiye yönelik muazzam harcamalar yapılacağını gösteriyor.
Hemen her ülke bu krizle nasıl baş edeceğini bundan sonrasına kendisini nasıul hazırlaması gerektiğini tartışıyor. Bir yandan da kısa dönemi atlatacak tedbirleri almaya, tüketici güvenini diri tutmaya sistemi işletmeye çalışıyor.
Bu açıdan bakıldığında
Türkiye'deki tablonun sergilediği sorumsuzluktan ürkmemek mümkün değil.
Yayın tarihi: 23 Kasım 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/11/23//haber,702BCA1992304E4D9A107C53F0D6A3EA.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.