Atatürk'le ilgili kişisel bilgilere henüz
ne somutluk ne de yorum bakımından erişmiş durumdayız. Tersine onunla ilgili bilgi stoku elimizin altında bulunmuyor. Üstelik bu bilgiye ulaşmak sadece
somut veriler üstünden olmaz.
Tarihçilerin ve analitik biyografi yazarlarının yorumları bu perspektifi oluşturabilir ancak. Ama orada da
Atatürk'ü Koruma Yasası çıkıyor karşımıza.
Bir ülkenin kurucu liderini bir yasayla koruması o kadar olağan bir şey değildir. Ama biz "devrimleri" de yasayla koruyoruz. Sadece bu gerçeğe bakarak bile söz konusu süreçlerin nasıl ve hangi dinamiklerle yoğrularak oluştuğunu anlamak mümkün.
Amaç ya da niyet Oysa hakkında yapılacak
"aykırı" yorumların veya onun kişilik özellikleri hakkında gündeme getirilecek gene "aykırı" saptamaların
Atatürk'ün tarihsel kişiliğini sarsması gibi bir amacı olamaz. Daha başlangıçtan böyle bir tavır mahkum edilir.
Yani, dünyanın hiçbir yerinde, somut bilgiye veya somut veriye dayalı yorum içermeyen, şahsileştirme anlamına gelen bir metin kabul edilmez. Yoktur demiyorum, tabii ki olabilir, fakat bu
tarihyazımı (historiography) bakımından bir özellik taşımaz.
Bizden bir örnek vereyim:
Rıza Nur'un hatıraları, bilmiyorum, belki hala yasaktır. Bu kitaplarda işe yarar bilgiler mevcuttur ama kitabı okuyan ciddi tarih yazıcıları metinleri yazarın kişilik özellikleri, daha önemlisi önyargıları bilindiği için büyük bir dikkatle ve çok eleyerek ele alır. O yazdı diye, her kimse artık o, bir metin mutlak kabul edilmez ki, zaten yanlış olan bir metnin doğruluğu ve yanlışlığı bakımından mutlaklaştırılmasıdır.
Atatürk konusunda da mesele budur:
mutlaklaştırmak kutsallaştırmaktır. Bu da
mistifikasyonu gerektirir, öngerektirir.
Önemli olansa rasyonel, analitik bilgiye erişmektir. Bu bakımdan Atatürk hakkında sahih bilgiye ulaşmak, erişmek isteyenlerin maksadı onu küçük düşürmek, tahkir etmek olmaz; olursa bu yukarıda söylediğim gibi anlam taşımaz.
Gerçek ama niçin?.. Sahih bilgiye duyulan ihtiyaç ise üç büyük nedenden kaynaklanır.
Birincisi, gerçek bilgi ya da o bilgiye saklı olan gerçeğin kendisi sadece gerçeği elde etmek maksadıyla, ona duyulan ihtiyaçla ve onun verdiği haz için istenir. İnsanlık kültürel evrimini
bilgi-gerçek arasındaki ilişki etrafında tamamlamıştır ama
bilgi her zaman gerçeği yansıtmaz. Bilginin ideolojikleştirilmesi onun çarpıtılmasının da en önemli kaynağıdır.
Stalin Rusya'sında bilgiye dönük girişimler bunun kanıtı mahiyetindedir.
İkincisi, gerçeğin hayatın her noktasında hakim olması toplumsal bilincin gerçekle somut ve sağlıklı bir ilişki kurmasına yol açar. Evet, gerçeğin hayatın özünü meydana getirmesi aynı zamanda toplumsal bir olgudur. Amerikan toplumunun yalana karşı duyduğu nefret, gerçeğin ne pahasına olursa olsun dile getirilmesine dönük ısrarı ile bilimsel bilginin toplumsal hakimiyeti arasında doğrudan bir ilişki vardır. Gerçeğin dışında yaşayan yani yalanla iç içe olan toplumun bilimsel bilgi üretmesindeki sıkıntılar bir yana hastalıklı bir bünyeye sahip olduğu ortadadır. Hemen belirteyim ki
bu sadece bir modernleşme sorunsalı değildir. Modern öncesi toplumlarda da bilgi-gerçek-toplumsallık arasında somut bir bağ/lantı kurulmuştur.
Üçüncüsü, gerçeğe her düzeyde, özellikle de toplumsal değerler etrafında erişemeyen ve bu bakımdan kısıtlanan toplumlarda toplumsal bilincin rasyonel-analitik olduğunu söylemek mümkün değildir. Elimizdeki konu açısından bakılırsa da modern öncesi bir mistifikasyon-mitifikasyon söz konusudur . Oysa modernleşme bu iki olgunun çözülmesine dayanır.
İşte tarihyazımının önemi de burada ortaya çıkar: gerçeğin toplumsal ve kendine dönük işlevi bakımından aydınlatılması. Aykırı Atatürk ki, çocukluğundan beri öyleydi, aranıyorsa bu nedenledir, başka bir nedeni yoktur!
Yayın tarihi: 3 Kasım 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/11/03//kahraman.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.