kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
18 Eylül 2008, Perşembe
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
ERDAL ŞAFAK

Gizli takoz

Hükümette, AB ile müzakere sürecini alabildiğince uzatmak, böylece olası üyelikle ilgili karar tarihini mümkün olduğunca ötelemek için gizli bir takozun devreye sokulduğu kuşkusu giderek kökleşiyor.
Başbakan Erdoğan, AB üyesi ülkelerin büyükelçilerine verdiği iftar yemeğinde bu kuşkuyu açıkça seslendirdi: "Avrupa'nın her dönem başkanlığında 2 fasıl açmak gibi bir tavır benimsediğini, böylece süreci yavaşlattığını görüyoruz."
Dışişleri Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan da bu tespiti son zamanda sık sık tekrarlıyor: "Her dönem başkanlığında iki fasıl açılıyor. Sanki AB üyeleri arasında bu konuda sessiz bir anlaşma var. Her 6 ayda iki fasıl açılınca toplam 35 faslın tamamlanması 2014 yılına denk geliyor. Galiba Türkiye'nin üyeliği için en erken bu tarihi belirlediler veya uzlaştılar."
Doğru. AB, Türkiye'nin üyeliğini 2014'ten önce kesinlikle düşünmüyor. Birçok nedenden ötürü: AB Anayasası işlevini görecek olan Lizbon Antlaşması pürüzler aşılırsatüm hükümleriyle 2014'te yürürlüğe girecek. AB'nin yeni dengelere göre yeni bütçesi de 2014'te hazırlanacak. Avrupa Parlamentosu'nun Lizbon Antlaşması'nda öngörülen dağılıma göre ilk seçimleri de 2014'te yapılacak. Ve nihayet AB Komisyonu'nun yapısı ve üye sayısı da 2014'te değişecek. Her üyeye bir komiserlik yerine üyelerin üçte ikisinin temsil edileceği bir komisyon oluşturulacak. 2014'ün önemi bundan.
Zaten Türkiye'de AB müzakerece sürecini önemseyen çevrelerin hiçbiri de 2014'ten önce üyelik beklemiyor. Örneğin TÜSİAD'ın Brüksel temsilciliği 2 Mart 2007'de yayınladığı bildiride "2014'te tam üye olarak AB'ye girmenin gerçekçi bir hedef olduğunu" belirtmişti.
Hatta 2014'ü Türkiye'nin ulaşamayacağı kadar erken kabul eden, daha ileri bir tarihe razı olanlar bile var. AB çevrelerinin referans kaynakları arasında yer alan Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Cengiz Aktar, "Türkiye'nin Cumhuriyet'in kurulmasının 100'üncü yıldönümü olan 2023'te AB'ye üye olmasının tarihi bir anlam taşıyacağını" savunuyor. Bu tür yaklaşımlar, görüşler veya beklentilerin Brüksel'i rahatlattığını ve süreci ağırlaştırmasına gerekçe sağladığını söylemeye gerek yok.

Vazgeçilemeyecek ülke olmak
Ayrıca Türkiye'den kaynaklanmayan ama Türkiye'yi de doğrudan ilgilendiren ve etkileyen AB gerçeklerini de gözönünde bulundurmak gerekiyor.
Bunların başında AB'nin yönetim kadrolarında 2004 ve 2007 genişlemelerinin yol açtığı müthiş bir yorgunluk var. Üye ülkelerin halklarında ise bu duygu, öfke ve yabancılaşma olarak uç veriyor.
Böyle bir ortamda AB Komisyonu'nun da, siyasi liderlerin de kısa vadede yeni üyeleri aralarına katmaya karar vermeleri güç değil, imkansız. O kadar ki, 2009 Kasım'ında üyelik sözü verilmiş olan Hırvatistan'la müzakerelerde bile frene basıldı. Hırvatlar'ın başmüzakerecisi Vesna Pusic, "Gerek AB Komisyonu'nun, gerekse üye ülkelerin siyasi iradelerinde bir zayıflama"nın ortaya çıkmasından yakınıyor.
Ve nihayet "Hayati" diye nitelenen iki sorunu çözümlemeden yeni üyelere kapıyı açmaz: 1-Lizbon Antlaşması'nın tüm üyelerce kabul edilip yürürlüğe girmesi. Bunun için de İrlanda pürüzünün aşılması. Bu, kapının önündeki Hırvatistan için önem taşıyor. 2-Avrupa'nın sınırlarının belirlenmesi. Yani "AB nereye kadar genişleyebilir?" sorusunun yanıtlanması. Bu da Türkiye için verilecek kararın mihenk taşı olacak.
Peki, Türkiye ne kadar süreceği bilinmeyen bu ara dönemde ne yapmalı? Ağır aksak da olsa müzakere süreci yürütmeli ve üyeliğe hazırlığın tüm gereklerini yerine getirmek için çaba harcamaya, yani zorunlu reformlara devam etmeli. Ama ondan da önemlisi, stratejik derinliğini ilerletmeye, jeopolitik kozlarını (Güçlü ordu, zengin ekonomi, istikrarlı yönetim ve genç nüfus) akıllıca değerlendirip bölgesel güç konumunu pekiştirmeye öncelik vermeli. Gerek Ortadoğu'daki, gerekse Kafkaslar'daki son gelişmelerde kilit rol oynamasının da gösterdiği gibi, bu kozlar Türkiye'yi vazgeçilemez ülke yapacak. Ondan sonrası AB'ye kalmış.
Hem sonra, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un da dediği gibi, "AB üyeliğini bizim için amaç değil, Atatürk'ün işaret ettiği çağdaş uygarlık düzeyine götürecek bir araç" olarak görmüyor muyuz?