Rusya'nın Gürcistan'a ağır bir askeri darbe vurmasıyla Kafkaslar'daki
stratejik denklemin değişmesi Türkiye açısından tabii ki çok önemli bir gelişmedir.
Türkiye'nin Kafkas politikası bundan böyle herhalde daha hassas bir zemin üzerinde oluşturulacaktır.
Türkiye açısından bazı dengeleri gözeterek siyaset üretmek geçmişe göre daha zorlaşacaktır.
Dolayısıyla
Ankara'nın önünde riskli bir dönem vardır. Ancak önceliklerini iyi saptamış, ne istediğini bilen ve içeride kendisini güçsüzleştiren saçmalıklardan kaçmayı becerebilen bir
Türkiye açısından
son yaşananlar bir firsat anlamına da gelebilir.
Bu savaşı, anlamını
Türkiye'ye ne getirip ne gotürebileceğini enine boyuna tartışmak gerekir ve bu önümüzdeki dönemde yapılacaktır. Bugün
Türkiye'yi ziyaret eden İran Cumhurbaşkanı ile gerçekleşen temaslardan da ne elde edildiği, bunun İran ile Batı dünyası arasındaki itişmenin bitmesine katkıda bulunup bulunmayacağı da benzer şekilde tartışılır.
Ama bugün bu konulara girmek neredeyse anlamsız. Tuzla tersanelerinde olup bitenlerin, bu tersanelerde artık bilerek ve isteyerek işlendiğinden kuşku duyulmayacak
işçi cinayetlerinin ahlaki ağırlığı taşınacak gibi değil.
Bundan daha ağırı ise aslında toplumda bu ölümler karşısında
kayda değer bir tepkinin oluşmaması, ortaya çıkmaması. İnsan hayatının bu kadar ucuz olabildiği, emek piyasasının bu sektörde (ve kuşkusuz özellikle örgütsüz/denetimsiz kalmış diğerlerinde) bu denli köleleştirici şekilde işleyebildiği bir ülkede hangi ahlak, hangi medeniyet, hangi AB üyeliğinden söz edeceksiniz ki?
Bu ne duyarsızlık! Gerçekten bir toplum en korumasız, zavallı, çaresiz bireylerinin maruz kaldığı sömürü, şiddet, baskı, cinayet karşısında bu ölçüde vurdumduymaz kalabilir mi? Göz göre göre ölüme gönderilen arkadaşlarının daha cenazeleri kaldırılmamışken, yarın kendisi de benzer bir cinayete kurban gidebilecek ve bunu bilse bile itiraz edemeyecek olan bir işçi gazetecilere şunu söyleyebiliyorsa: "Siz yazdığınız için tersaneler kapatılıyor. Biz yevmiyemizden oluyoruz. Evde çoluk çocuk ekmek bekliyor. Tersane kapalı kaldığı sürece bu parayı alamayacağız. Evde bekleyenlere ne götüreceğiz?" Ve bu hiç bir tepki getirmiyorsa;
başka yerlere bol bol para yetiştiren hükümet, bu insanları açlığa mahkûm etmemek için bir fon ayıramıyorsa, DİSK'in çözüm arayışları dışında tutulması çözüm bulmaktan önemliyse bu toplumda hangi dayanışmadan, hangi birlikten, hangi ortak paydadan bahsedeceksiniz ki?
Konya'da çöken Kuran kursu binası, Davutpaşa'da yanan kaçak atölyeler, Tuzla'da birbiri ardına sözümola "kaza"da ölen işçiler ve nihayet geçen gün can kurtarma filikasında bile bile öldürülenlerin dramı karşısında
böylesine derin bir suskunluğu bir toplum nasıl taşıyabilir? Bakanıyla, bürokratıyla bu felaketlerden sorumlu olanlar insan içine çıkamayacak hale getirileceklerine nasıl yerlerinde kalabilirler?
Kendilerinde hiç mi utanma duygusu yoktur? Ölüme gönderdikleri işçilerin ardından hâlâ bu olaya kaza diyebilen isimleri ve resimleri bir türlü bilinemeyen, bulunamayan "işveren" kisvesi altında seri cinayet işleyenlerin tekinde bile
vicdan yok mudur?
Bu kişiler ailelerinin, arkadaşlarının yüzüne nasıl bakarlar? Ailelerinden arkadaşlarından bu kişilere yahu utanmıyor musunuz, vicdanınız sızlamıyor mu diyecek kimse yok mudur? Kamu vicdanı komadaysa ve kimseden vicdan, insaf ve ahlak eksikliğinin hesabını soracak halde değilse bile, bir kamu otoritesi sorumlusu dahi yok mudur duruma adam gibi müdahale edecek? Eser Karakaş'tan bir soruyla bitireyim: "Ekranlarda, dergilerde şiddet içermeyen cinsellik mi yoksa
kum torbası yerine işçi kullanmak mı daha büyük ahlaksızlıktır, ya da şayet inançlı iseniz, cehennem ateşinde yanmayı gerektiren bir günahtır?"
Yayın tarihi: 14 Ağustos 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/08/14//haber,B453650AFABD480A8420CF3535DC1E48.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.