Siyasetin bugününü iyi anlamak için geçmişini de bilmek gerekiyor. Bunun da en iyi yolu kitaplar.
Şimdi elimde bir döneme damgasını vurmuş ünlü siyaset ve bilim adamı
Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu'nu anlatan bir kitap var:
"Demokrasi, Laiklik ve Cumhuriyete Adanmış Bir Ömür"... Bu ünlü siyasi simayı 70'li yıllarda CHP ile AP arasında bir yerde konumlanan
"Güven Partisi"nin genel başkanı olarak hatırlıyorum.
Feyzioğlu, benim gözümde
"ortanın sol"unu bile fazla bulduğu için CHP'den kopan, biraz sağcı, biraz
"küskün" bir siyasetçiydi.
Şimdi Erciyes Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Cengiz Ulaş'ın öncülüğünde
Nihal Karakaya'nın hazırladığı kitabı okuyunca çok farklı yönleri olduğunu da gördüm.
Kitapta neredeyse son elli yıllık siyasi serüvenimiz birçok yönüyle anlatılıyor.
O günleri okurken, bugünle benzerliği insanı şaşırtıyor.
Bunlardan biri de siyasetin insanı öğüten yanıyla ilgili.
Bakın
Prof. Dr. Bülent Daver,
Turhan Feyzioğlu'nu anlatırken bu konuya nasıl vurgu yapıyor.
"Eğer siyasete atılmasaydı, dünya ölçüsünde bir bilim adamı olacaktı." Peki, siyaset kurumunun
"ömür tüketen" bir kurum haline gelmesinde bilim adamlarının hiç mi katkısı yok?
Kimse olmadığını söyleyemez. Baksanıza o günden bu güne değişmeyen gerçeklerin altında hep aydınların imzası var.
Örneğin hükümetle üniversiteler arasındaki ilişki... 52 yıl önce YÖK olmamasına rağmen üniversitelerle, dönemin DP hükümet arasında neredeyse aynı bugünkü gibi derin bir gerilim vardı.
Turhan Feyzioğlu da bu gerilim nedeniyle istifa edip siyasete atılan bilim adamlarından biriydi.
Siyasete atıldı ama daha siyasete atılmadan bir bilim adamı olarak bugün bile işin içinden çıkamadığımız bir tartışmayı da miras bıraktı.
Siyasete
"kurumların müdahalesi" tartışmasını...
Meğer bugünün
Sabih Kanadoğlu'larına yol gösteren ilk isim
Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu'ymuş... Büyük olasılıkla DP'nin iktidara geleceğini önceden gören Feyzioğlu, bir anlamda hazırlık yapmış...
Tezinin adı,
"Kanunların Anayasa'ya Uygunluğunun Kazai Murakabesi" Yani
"Kanunların Anayasa'ya Uygunluğunun Yargı Yoluyla Denetimi"... Bu fikir
Türkiye'de Anayasa Mahkemesi'nin kurulmasına giden süreci başlattı. Son bir buçuk yılda yaşadığımız 367 girişimi de, Anayasa Mahkemesi'nin
"Türban" kararı da bu yaklaşımın bir uzantısı...
Hepsi de demokratlar tarafından
"Milli irade"ye kurumların
"müdahalesi" olarak nitelendi.
Milli irade her şeyin üstünde mi? "Kanunların yargı yoluyla denetimi" fikrinin
"milli irade"yle ilişkisini bakın kardeşi
Yavuz Feyzioğlu nasıl anlatıyor:
"Üniversite hayatına başlarken öyle bir çalışmayla başlamıştır ki o güne kadar ülkede 'Meclis'in iradesi her şeyin üzerindedir' düşüncesi hakimdi." Aradan kaç yıl geçti.
Türkiye hâlâ
"milli irade" ile
"kurumların denetimi" arasında bir sıkışma yaşıyor. Aşıp aşamayacağı ise henüz bile değil.
Feyzioğlu'nu anlatan kitap sadece bir hayata değil, bir döneme ışık tutan önemli bir çalışma...
O kitapta,
Türkiye'de neden demokrasi mücadelesinin zor yürüdüğünü anılar, siyasi olaylar ve önemli siyasi kişilikler ekseninde daha net görüyor ve bazı şeylerin nasıl olup da hala değişmediğine şaşıp kalıyorsunuz...
Aslında bugün yaşadıklarımız da bu
"değişmemenin" bir sonucu değil mi?
Görülen o ki,
"geçmişte yaşananları tekrar etmemek için yeni ortak noktalar bulmayı" öğrenmeliyiz.
En başta da ortak bir Anayasa yapmayı...
Belki de son 50 yıldır yaşadığımız kaos bu şekilde son bulur.
Yayın tarihi: 5 Ağustos 2008, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/08/05//haber,BB4F182CC47345BD8E2BAA1C312211DD.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.