Gündemi böylesine hızlı değişen bir başka ülke var mı bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var...
Bu ülke, gündemi kadar hızlı olmasa da değişiyor.
Bunun son örneği
Ergenekon Çetesi'nin kapsama alanı içinde olduğu ileri sürülen,
Hrant Dink cinayetiyle ilgili davada yaşandı. Aylardır ifade verip vermeyeceği merak edilen Trabzon Jandarma Alay Komutanı
Albay Ali Öz nihayet mahkemeye gelip ifade verdi.
Gerçi kendi altında çalışan asker kişilerin ifadelerine ve sorulan sorulara rağmen tam 9 kez
"hatırlamıyorum" dese de ifadesi kayıtlara girdi. Dahası Dink'in avukatı
Ergin Cinmen şu soruyu bile sordu: "Hafıza sorunu yaşıyor musunuz?"
Büyük olasılıkla sadece Hrant Dink cinayetiyle ilgili değil, dün Umur Talu'nun yazdığı ve insanı dehşete düşüren
"tesadüf"leri de hatırlamıyor.
Baksanıza 26 Eylül 1999 Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde yaşanan katliamda Jandarma operasyonunu yöneten de, Ahmet Taner Kışlalı'nın öldürüldüğü dönemde olay yerinden arabayı hemen çektiren de aynı isim. Tesadüf de olsa çok ilginç.
Şimdi filmi biraz geriye saralım...
Albay Ali Öz'ü bir tarafa bırakıp, bizim toplum olarak hafıza sorunu yaşayıp yaşamadığımıza yakından bakalım.
Konumuz
Susurluk Skandalı...
Hani bir Mercedes'in kamyona çarpmasıyla ortaya
"Siyaset-Mafya-Polis" fotoğrafı çıkmıştı. Bir anlamda o dönemin kirli ilişkilerinin simgesi denebilecek bir fotoğraftı bu. Aslında Susurluk, var olan büyük fotoğrafın küçük bir parçasıydı. Büyük fotoğrafın asıl unsurları o dönem ortaya çıkartılamadı.
Yüksekova Çetesi gibi asker kişilerin içinde yer aldığı küçük parçalar ortaya çıksa da, büyük fotoğrafa ulaşılamadı. O büyük fotoğrafın en önemli parçalarından biri de
Tuğgeneral Veli Küçük'tü.
Şimdi şu soruyu soralım...
O flu fotoğrafın içinde netleşen
Veli Küçük'ün ifadesi alınabildi mi?
Bırakın mahkemeleri bu ülkenin en yüce kurumu
TBMM'nin bünyesinde kurulan
Susurluk Araştırma Komisyonu Küçük'ü dinlemeye çağırdı mı?
Düşünsenize tam 10 yıl boyunca gelmiş geçmiş hiçbir hükümet, Veli Küçük'ün ifade vermesini sağlayamadı.
Ve hiçbir siyasi parti lideri bunu kendine dert etmedi...
Peki neden?
Bu sorunun cevabını birilerinin vermesi gerekiyor.
En başta da
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın... Çünkü Baykal, o dönem Susurluk Skandalı'nın üzerine gidilmesi gerektiğini ısrarla söyleyen liderlerden biriydi.
Şimdi farklı bir çizgi izliyor ve açıkça
"Ergenekon avukatlığı"na soyunuyor. O savunmaları izlediğimde aklıma hep Deniz Baykal'ın Lice gezisi geliyor.
Neydi o gezi?
Sivil otoritenin etkisizliği Bizzat tanık olan gazeteci hocam,
Koray Düzgören şöyle anlatıyor:
"O günlerin birinde Lice olayları patlak verdi. Lice'ye giriş çıkış yasaktı. Ertesi gün, olaylar devam ederken Demir Otel'de Baykal ve arkadaşlarını gördüm. (...) Deniz hocaya, birlikte Lice'ye gitmeyi önerdim. Pek ihtimal vermiyordum ama belki bir siyasi parti lideri ile birlikte Lice'ye girme olanağı bulunabilirdi. Ancak CHP otobüsü Lice'ye 10 kilometre kala bir üsteğmen tarafından durduruldu. Uzaklarda, yakılan Lice'den dumanlar göğe yükseliyordu. Baykal o gün Lice'ye girebilmek için bayağı çaba harcadı. İçişleri Bakanı'nı aradı, ama sonuç alamadı.
Böylece, belki de hayatında ilk kez, sivil otoritenin askerler üzerinde bir etki yaratmadığını acı bir şekilde öğrenmiş oldu."
Türkiye'nin nerden nereye geldiğini görmek açısından bunlar ibret verici değil mi? O dönem
"halka sahip çıkan" bir siyasetçi olan Baykal, Lice'ye gitmek istemiş ama şehre sokulmamıştı. O günlerde bu konunun CHP içinde nasıl bir hayal kırıklığı yarattığına bizzat tanık oldum.
Şimdi aynı CHP ve liderinin yargı süreci devam ederken adı Susurluk'la özdeşleşen sonra da darbe girişimi nedeniyle suçlanan isimleri savunuyor olması beni fena halde şaşırtıyor. Ya sizi sevgili
sosyal demokratlar?
Yayın tarihi: 24 Temmuz 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/24//haber,C49E3FF54D9D42239938787E59540F58.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.