Ergenekon iddianamesinin kabul edilmesi ve yargı sürecinin başlatılması yakın tarihin en önemli olaylarından biri. Çünkü bu dosya,
Türkiye'ye Susurluk'tan sonra kendi kirli tarihiyle yüzleşebileceği önemli bir fırsat sunuyor.
Bunu görmek için iddianamenin ortaya çıkardığı fotoğrafa bakmak yeterli.
İşin içinde kimler yok ki...
Eski darbeciler, darbe özlemcisi bürokratlar, Susurluk'ta bilindiği halde ifadesi alınamayan emekli generaller, devlet ruhsatlı mafya babaları ve her taşın altından çıkan tetikçiler...
İddianamede ileri sürülen suçlamalar da bu zevata hiç yabancı değil.
Suikastlar, bombalamalar, cinayet, şantaj, tehdit...
Türkiye'nin son 50 yılının siyasal olaylarını izleyenler bilir ki, bu ülkede her olayın altında bu tür bir zihniyet yatıyor.
Bu gerçeği ilk kez
Susurluk Skandalı'yla öğrendik. O dava istenilen gibi genişletilip sonlandırılamadı ama yine de sayıları üç beşi geçmeyen
"Özel Timci" mahkum oldu ve cezalarını çekti.
Bu bir ilkti. Şimdi bu sürecin ikincisi olan
"Ergenekon Terör Örgütü" davası başlıyor.
Susurluk Skandalı'nı yakından izleyen bir gazeteci olarak bu iddianamenin ruhuna ilişkin birkaç şey söylemem gerekiyor.
Bir kere soruşturmayı yürüten
Zekeriya Öz ve arkadaşları Ergenekon'la Susurluk arasındaki yakın bağı tespit ederek önemli bir gerçeğin atını çizdi.
Çünkü bu bağ çözülmeden adı değişen ama zihniyeti aynı olan
"darbeci ve çeteci" organizasyonlara son vermek mümkün değil.
İşte bu noktada Edirne Emniyet Müdürü
Hanefi Avcı'nın Ergenekon'da tanık olması işin ciddiyetini gösteriyor.
Eğer bugün
Türkiye bir Susurluk gerçeğini biliyorsa bunda
Hanefi Avcı'nın ciddi katkısı olduğu göz ardı edilemez.
O dönem hayatını tehlikeye atarak kimsenin adını bile ağzına alamadığı önemli ve etkili isimlerin çetelerle bağını, yasadışı işlerini tek tek o anlattı.
TBMM Susurluk Komisyonu'na verdiği ifadeyle
MİT-ülkücü mafya ilişkisini,
Emniyet-Özel Harekatçı ilişkisini ve
JİTEM-itirafçılar ilişkisini o ortaya serdi. Yeşil kod adlı
Mahmut Yıldırım adını ilk o açıkladı.
Bugün Ergenekon Terör Örgütü'nün lider kadrosu arasında ilk sırada olan emekli tuğgeneral
Veli Küçük'ü en somut biçimde o suçladı. Ülkücü mafya ile ilişkisini belgelerle ortaya koydu.
Avcı, o dönem böylesine önemli şeyler söyleyerek tarihi bir görev yaptı.
Belki o günün
Türkiye'si
"iyi adamlara" bu şansı vermedi ama şimdi vermek zorunda.
Susurluk'u deşifre eden
Avcı açık tanıktı.
Dilovası, İsmet ve Yüksel Şimdi Ergenekon'da ciddiye alınabilecek çok önemli
"gizli tanıklar" var;
Dilovası, İsmet ve Yüksel... Bu gizli tanıklar belki de ilk kez hepimizin bildiği Ergenekon türü örgütlenmelerin
"sağ-sol" ayırmadan herkesi kullandığı gerçeğini su yüzüne çıkartacak.
Örneğin
gizli tanık İsmet'in şu söyledikleri çok çarpıcı:
"O dönemde jandarma A tipi Özel Kuvvetlerinde görevli Yüzbaşı Necmi Suna vasıtasıyla örgütün eylem için ihtiyaç duyduğu patlayıcı ve silahlar ile eylem istihbaratlarını tedarik ediyordum." İddianamede dikkat çeken iki önemli nokta daha var.
İddianameye göre, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ile Ergenekon örgütü arasında bir bağlantı yok.
Burada büyük olasılıkla kurumsal bağdan söz ediliyor. TSK'nın operasyona nasıl baktığını bilmiyorum ama MİT'le ilgili bir tespitin altını çizmekte yarar var. O da şu: Susurluk Skandalı'ndan bu yana MİT'in daha
"küresel bir kuruma" dönüştüğü ve bu tür
"yasadışı örgütlenmelere karşı" ciddi bir tavır geliştirdiği görülüyor.
Hatta içinden geçtiğimiz süreçte Ergenekon gibi büyük bir operasyonun MİT'in bilgisi dışında sürdürülmesinin pek mümkün olmadığı işin uzmanlarınca dile getiriliyor.
Birileri
"Dağ fare doğurdu" gibi değerlendirmeler yapsa da Ergenekon Davası, karanlık tarihimizle yüzleşme açısından bir dönüm noktası olacak.
Bu sadece ikinci adım.
Türkiye yavaş da olsa temizleniyor.
Yayın tarihi: 27 Temmuz 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/27//haber,FC25AD3E3A5145BFB9818F21FB23BB66.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.