İstanbul Valisi Muammer Güler (sağda) Dink cinayetiyle ilgili Cerrah (solda) hakkında soruşturma açılmasına izin vermedi.
İstanbul'un mağrur fatihi
1 Mayıs'ı Taksim'de kutlamak isteyen işçilere yönelik şiddet nedeniyle eleştirilen Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, 2003 yılında İstanbul'a atandı. Geldiği yıl sinagog bombalamaları yaşandı. Ama o, maç için Letonya'daydı. Hrant Dink, onca ihbara rağmen öldürüldüğünde polisin başında yine o vardı. 1 Mayıs'ta ise polis işçileri döverken, o İstanbul'un mağrur fatihi gibi Taksim'de tur atıyordu..
Hiç düşündünüz mü? Misal, Merkez Bankası Başkanı, banka kasasında duran altınların bir bölümüyle diyelim Kızılay'da alışverişe çıkabilir mi? Ya da misal, Tarım İşletmeleri Genel Müdürü, devlet çiftliklerindeki besili kuzulardan birini misafirleri için mangal başında kebap edebilir mi? Peki ya bir Emniyet Müdürü? Kendisine Anayasa, yasa, yönetmelik ve tüzük marifetiyle zor zamanlarda ve gerektiğinde emanet edilmiş 'şiddet tekelini' canı istediği gibi kullanabilir mi? Yüzde 99.5 saflıkta 24 ayar külçe altın, yaşı dolmamış kıvırcık kuzu zimmete geçirilir de, cop, silah, panzer, biber gazı kalabalığından oluşan 'devlet şiddeti' zimmete geçirilemez mi? Geçirilir elbette! Polis ya da 'kolluk gücü' elindeki copu, kelepçeyi ve silahı sağcıya başka, solcuya başka, travestiye başka, işadamına başka başka kullanarak bir 'zimmet' suçu işler. İşte, 1 Mayıs günü Şişli'de, Latin Katolik Mezarlığı'nın duvarı dibine şaşkınlıkla çökmüş bir genç kıza uçarak tekme atan o polis, herkesin gözü önünde 'keyfince kullanılan' ve zimmete geçirilen 'devlet şiddetinin' görüntüsüydü... Buna benzer onlarca yasallığı tartışılır, ancak 'gayri meşruluğu' asla tartışılmaz şiddet kullanımı, İstanbul sokaklarını esir aldı. Bunun sorumluları ise Vali Muammer Güler ve önceleri Zabtiyye olarak anılan, yüz yıldan beri de İstanbul Polis Müdürü olarak bilinen makamda oturan Celalettin Cerrah'tan başkası değildi.
SIKI BEŞİKTAŞLI
Polisle arayı iyi tutmak uğruna 'yağcılık dozu hayli kaçmış' röportajlarda "Cerrah Baba" ya da "Cerrah Müdür" olarak anılan Celalettin Cerrah'ın öyküsü 1953 yılında Konya'da başladı. Birkaç harf farkıyla da olsa adını hoşgörünün evrensel simgesi Mevlana Celaleddin'i Rumi'den alan Cerrah, ailesinin isteğiyle kendi gönlünde de ilk sırada olan polisliği seçti. Önce Polis Koleji'ni ardından 1974 yılında Polis Akademisi'ni bitirdi. Tunceli gibi devlet tarafından 'unutulan' pek de hatırlamak istenmeyen yerlerde çalıştı. 80'li yılların başında İstanbul'a geldiğinde kariyerini de önemli ölçüde şekillendirecek bir yere, 1. Şube olarak bilinen ve Mehmet Ağar, Mete Altan gibi 'ünlü' polislerin çalıştığı 'Siyasi Şube'ye atandı... Cerrah o günleri anlatırken 'efsane polis' olarak andığı Şükrü Balcı Emniyet Müdürü koltuğunda oturuyordu. (Bilmeyenler için hatırlatalım; Şükrü Balcı azınlıklardan haraç almaktan tutun da, kaçakçılığa göz yumulmasına kadar bir dizi suçlamayla 1987 yılında yazılan ünlü MİT raporunda başrollerden birinde yer alan bir gerçek 'efsaneydi'. 12 Eylül döneminde icraatları yüzünden hakkında fezleke düzenlenmiş, ancak Milli Güvenlik Konseyi tarafından 'solcular bunu kullanırlar' diye korunmuştu.) 1989 yılına kadar emniyetin çeşitli birimlerinde görev yapan Cerrah, aynı yıl Mardin'e emniyet müdürü olarak atandı. Müdür unvanıyla her polis gibi hayallerindeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve Emniyet Genel Müdürlüğü koltuğuna biraz daha yaklaşmıştı. Batman, Siirt, Kütahya, Sivas'ta aynı görevi yaptı. 2003 yılına gelindiğinde Hasan Özdemir'in istifa etmesiyle boşalan İstanbul Emniyet Müdürlüğü koltuğuna vekaletten atandı. Daha çok Ankara, Bursa, İzmir gibi büyük kentlerin tanınan polis müdürlerinin getirildiği İstanbul'a pek de tanınmayan Cerrah gibi bir müdür getiriliyordu... Otomobilinin plakasını BJK harflerinden seçecek kadar sıkı Beşiktaş taraftarı olması dışında hakkında pek bir şey bilinmiyordu...
SUÇU BASINA ATTI
İlk sınavını iki sinagoga, ardından HSBC ve İngiliz konsolosluğuna düzenlenen ve 62 kişinin hayatını kaybettiği bombalı saldırılar sırasında verdi, fena halde sınıfta kaldı! Cerrah olayı duyduğunda, milli maç için Letonya'daydı... Hemen dönmek yerine maçı izleyip öyle dönmeyi tercih etti. Döndüğünde ise eylemi planlayanlar bilindiği halde son anda kaçmaları karşısında, suçu basına attı. Kamuoyu, hakkında pek de bir şey bilinmeyen Cerrah'ı Savaş Ay'a verdiği röportajla tanıdı. İlkokuldan beri kızlarına ateş etmeyi öğretmesiyle övünen Cerrah, "Hem ateş etmek rahatlatır insanı... Patlayan tabanca sesi huzur verir bizim gibilere; stresini alır," diyordu... Tabanca sesinin huzur verdiği Cerrah, Lübnan'a asker gönderilmesini protesto eden dört gençten oluşan bir grup tarafından linç edilmek istendiğinde "Vatandaşlar haklı olarak tepki göstermişler. Güzel bir tepki," diyerek linç kültürünü övecekti... Cerrah, İstanbul Emniyet Müdürü olarak en büyük çamı Hrant Dink cinayetinin ardından devirdi: "Bu cinayet örgüt işi değil, milliyetçi duygularla işlenmiş." Tabii Cerrah'a kulak veren polisler, 'milliyetçi duygularla' hareket eden Dink'in katilleriyle fotoğraf çektirmek için birbiriyle yarıştı. Asıl acı gerçek ise daha sonra ortaya çıktı. İstanbul Emniyeti, Trabzon'dan gelen ısrarlı 'cinayet' ihbarlarını göz ardı etmişti. Cerrah'ın imdadına nuhu nebiden kalma Memurin Muhekematı Yasası ve İstanbul Valisi yetişti. Vali Güler, Cerrah hakkında soruşturma açılmasına izni vermedi. Celalettin Cerrah 'Benim polisim iyidir' anlayışını yasaların da, hukukun da üzerinde tutuyordu. Lig TV kameramanlarının feci şekilde dövülmesini anlatan Şansal Büyüka'ya yine canlı yayında "Benim polisim kimseyi dövmez," diye meydan okudu... Celalettin Cerrah'ın bu sözleri bizzat yönettiği polis örgütü tarafından 1 Mayıs'ta neredeyse bütün İstanbul'da yalanlandı. Üstelik Vali Muammer Güler ile birlikte, 80'li yılların başında Taksim'e 'alay sancağı' çekip, neredeyse kendi halkına savaş ilan eden ve bu yüzden apar topar emekli edilen alay komutanından sonra bir kez daha 'kendi halkına' savaş ilan etti. Polis gününü trafiği kapatarak hep birlikte Taksim Meydanı'nda kutlayan Vali Muammer Güler ve Celalettin Cerrah, 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlamak isteyen sendikalara karşı günlerce öncesinden "Çıkarlarsa orantılı güç kullanırız," dedi, Taksim Meydanı'nı adeta 'işgal altında' bir ülkeye çeviriyordu. Kullanılan 'orantılı güç' ise hem valinin hem de emniyet müdürünün terazisinin pek de sağlam olmadığını ortaya koydu.
KEYFİ ŞİDDET
İşçilere karşı tam anlamıyla devlet terörü estiren Cerrah, ne yazık ki aynı başarıyı kapkaççılara, hırsızlara, kaçakçılara, kumarbazlara, torbacılara karşı gösteremiyor. İşçilerin çıkmasına izin vermediği Taksim'de her gün yüzlerce kapkaç olayı yaşanıyor. Hırsızların İstanbul'da ziyaret etmediği ev neredeyse yok. Kaçak sigara ve tütün artık marketlerde satılıyor, fuhuş meydana çok yakın sokaklarda sürüp gidiyor. Taksim'de, polis, işçilere adeta 'düşmana saldırır gibi' saldırırken Celalettin Cerrah mağrur bir fatih gibi, "Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Memurların Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmeliğe" meydan okuyan bıyıklarıyla, eli cebinde Taksim'de tur attı. Kader arkadaşı, Vali Muammer Güler yanında yoktu ama devletin ona yasaları uygulasın diye verdiği 'şiddet tekelini' keyfince kullanmanın 'keyfi' yüzünden okunuyordu. Vali Güler ve "Cerrah Müdür" 1 Mayıs akşamı dönüp dolaşıp sığındıkları 'provokasyon' tehlikesini göstermek için masanın üzerine çıkardıkları sapanlar ve misketleri basına gösterdiler. İstifa etmek gibi Batılı bir tercihi hiç düşünmeseler de, belli ki iki kamu yöneticisi de yaptıklarından memnun ve kimsenin onlara "Misketlerinizi de alın gidin kardeşim," diyemeyeceğini zannediyorlar...
Yayın tarihi: 4 Mayıs 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/05/04/pz/haber,65BBFD04443749B688DE319142C40CCF.html
Tüm hakları saklıdır.