İçeride yaşanan ve seçimlerden sonra da sürmesi ihtimali hayli yüksek olan krizin zararı yalnızca içeriyle sınırlı değil.
Şu anda Türkiye'nin fiilen bir dışişleri bakanı yok. Kurumlar arasında epeydir süren
anlaşmazlık ve bunun yarattığı
kilitlenme aşılmadı. Türkiye'nin dış politika kurgulama, oluşturma ve şekillendirme mekanizmaları hasarlı. Hükümet tüm enerjisini ordu baskısı ve seçim stratejisiyle uğraşmaya ayırmak zorunda. Uluslararası sistemdeki değişen manzaraya gereken ilgiyi gösteremez. Kaldı ki
dış politikanın temel parametrelerini oluşturan siyasetlerin hepsinde en azından bir
belirsizlik hali hakim.
AB ile ilişkilerin sorunlu olduğu, ABD ile ilişkilerdeki gerginlik kaynaklarının kurumadığı zaten ortada.
Washington'un muhtıra karşısındaki ikircikli tutumu ise tatmin edici olmaktan çok uzak açıklamalara rağmen hükümet cenahında ve demokrat kamuoyunda
huzursuzluk yarattı. Gerçi Türkiye'deki demokratik sistemin askıya alınması ihtimali özellikle AB içinde bir telaş da yaratmış gibi. Türkiye'nin özensiz politikalara maruz bırakılmasının bedelsiz olmayacağı Avrupa başkentlerinde anlaşılmışa benziyor.
Arap dünyası da kaygılı Yalnızca Avrupa ülkelerinde değil başta
Arap dünyası olmak üzere dünyanın çeşitli köşelerinde Türkiye deneyiminin başarısızlığı ihtimali
kaygı yarattı. Türkiye'ye duyulan ilgiyi arttırdı. Ülkenin nesnel konumunun ağırlığı pekişti.
Ancak tüm bunlar Türkiye'nin çok daha ciddi bir problemi olduğu gerçeğini gözlerden kaçırmamalı. Türk dış politikasına son dönemde hakim olan
gönülden geçeni gerçek sayma eğiliminin ve siyasetle halkla ilişkileri fazlasıyla birbirine karıştırmanın
olumsuz sonuçları bir bir ortaya dökülüyor. Ülkenin nesnel önemi ve ağırlığıyla yetinmeyen ve hemen her alanda kendini gösteren
hatalı bir aktivizmin krizini de yaşıyoruz. Bu şekilde siyaset oluşturmanın sonuçlarından birisi yükselen beklentilerin tatmin edilememesi oldu. Bir diğer sonucu ise Türkiye'nin kendinde vehmettiği merkezilik özelliğinin darbe almasıydı.
İç politika dağınık Türkiye'nin çevresindeki tüm gelişmelerde dikkate alınması gereken bir ülke olduğuna kuşku yok. Ancak kaynaklarının tüm gelişmelerde belirleyici bir rol oynamasına yetmediği de ortada. Hele
iç politikada muazzam bir dağınıklık söz konusuysa. Bu anlamda Ortadoğu barış sürecinde Türkiye ancak kısıtlı bir rol oynayabilir. Balkanlarda ağırlığı sınırlıdır. Irak'ın geleceğinde Arapların ve İran'ın fevkinde bir rol oynaması söz konusu değildir.
Son günlerde Ankara'nın bir süredir ön plana çıkardığı
Türkiye'nin enerji koridoru hatta terminali olma iddiasına ciddi sekte vuracak anlaşmalar Rusya ile Kazakistan ve Türkmenistan arasında imzalandı. Aslında bu anlaşmalarda yeni bir unsur olduğunu söylemek de zor. Bu ülkelerin doğal gazının Avrupa piyasalarına Rusya üzerinden ulaştırılması yönünde
Rusya daha önceki iradesini teyid etti. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin Rusya'ya yönelik hasmane davranışlarına Cuma günü gerçekleşecek AB-Rusya zirvesinden önce bir cevap da verdi. Aynı zamanda Rusya, Türkiye ile olan ilişkilerindeki kendi lehine var olan eşitsizliğin de altını çizmiş oldu.
Türkiye uluslararası ilişkilerindeki parametreleri ve güç dengesini doğru okumadığı taktirde doğru strateji üretemeyecektir. Son Rusya örneğinde Almanya'nın bir
Berlin-Moskova eksenine verdiği önemin göz ardı edilmesi yanlış hesapların temelinde yatan unsurlardan birisidir. İç politikada bu denli savrulan ve savrulmaya da devam edecek bir ülkenin neyi doğru okuyabileceği ise ayrıca sorulması gereken bir sorudur.
Yayın tarihi: 17 Mayıs 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/05/17//haber,8FE09CF6787E4093AD0CBC00B43AAFFF.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.