Ortalıkta kasvetli bir hava var. Demokrasi krizi, demokratik sistemin siyasi araçlarıyla değil siyaset dışı aktörlerin siyasi karar ve müdahaleleleriyle aşılmaya çalışılıyor. Silahlı Kuvvetler'in cuma günkü
darbe ihbarlı muhtırası gibi Anayasa Mahkemesi'nin haklılığı ve yasallığı çok tartışılacak kararı da bu bağlamda siyasete ağır darbe vuruyor. Bu kurumların meşruiyetini zedeliyor.
Türkiye'de toplum, özellikle de orta sınıflar, cıva gibi akışkan ve her yere kayabilecek bir halde. Siyasi sistemin bunu meşru sınırlar içinde
yönlendirmek, demokratik alanı genişleterek
siyasete katmak gibi bir becerisi, daha da önemlisi niyeti olduğuysa şüpheli. CHP Genel Başkanı'nın
zorba ve örtülü darbeci tutumu da, AKP'nin sakarlığı, hodbinliği ve oportünizmi de demokratik sistem açısından iyimser olmayı güçleştiriyor.
Bu ortamda
destekleyecek siyasi parti bulamayan orta sınıfların sıkıntısı büyük. Toplumsal statü ve iktidar savaşını siyaset dışı aktörlerin yörüngesinde yapma noktasına kayma ihtimalleri artıyor. Kısacası Türkiye ciddi bir demokratik cumhuriyet krizi içinde.
Katılımcı siyaset yokAslında gerek TSK'nın Türkiye'yi en az on yıl geriye taşıyan muhtırası, gerekse Anayasa Mahkemesi'nin rejim çerçevesini korumaya yönelik müdahalesi bugünkü haliyle Türkiye'de sistemin yürüyemeyeceğini gösteriyor. Zira demokrasi oyunu oynanmaya devam edecekse, bu
sürekli darbe tehdidi altında yapılamaz. Her türlü şüphenin üstünde kalması gereken yüksek mahkemenin tartışmalı kararlarıyla da sistemi sürdürmek mümkün değil.
Bu açıdan bakıldığında yaşanan kriz aslında
12 Eylül rejiminin Türkiye'ye müstahak gördüğü baskıcı sistemin iflası demek. Siyasetçilerin de iktidar erkini ellerinde tuttuklarında benimsedikleri bu
sistem artık Türkiye'yi taşıyamıyor. Doğrusu Türkiye de bu sistemi taşıyamıyor. Toplumun her kesimi daha fazla özgürlük, hak ve katılım talep ediyor.
Toplum kesimleri bunları genelde yalnızca kendisi için istese de, yani yalnızca kendine demokrat olsa da bu bir vakıa. Türk siyasal geleneği ise bu ölçüde özgürlükçü, katılımcı ve hukuka saygılı olamıyor. Salı günü
1 Mayıs nedeniyle yaşanan kepazelik, utanç verici şiddet, zulüm ve baskı bunun göstergesiydi. Bu rezaletin, kendisine yönelik demokrasi dışı bir müdahaleye sertçe karşı çıkan bir iktidar döneminde yapılmış olması da ayrıca ibret verici.
Özgürlüğün yalnızca bir yaşam farkı söylemi olmadığını birilerinin iktidar partisine de anlatması gerekiyor herhalde.
Önce anayasa değiştirilmeliHer şeye rağmen Anayasa Mahkemesi'nin kararı siyasette manevra yapabilecek bir alan da yarattı. Bu durumda yapılması gereken, demokratik hak ve özgürlükler alanını olabildiğince genişletmektir. Temel hedefin ise 12 Eylül zihiniyet, felsefe ve yaklaşımlarını yansıtan çerçevenin tümden değiştirilmesi olması gerekir. Yani başta
Anayasa'nın yeniden yazılması olmak üzere katılım ve temsil önündeki engellerin kaldırılması şart. Hukuk devletinin tüm kurumları ve felsefesiyle yerleşmesi hedeflenmeli.
Cumhurbaşkanını halkın seçmesi ancak bu yenilenmiş çerçevede ve buna uygun bir siyaset felesefesiyle anlam taşır.
Aksi halde halkoyuyla diktatör seçmenin önü dahi açılabilir.
Seçim barajını indirmeyen, siyasal partiler yasasını değiştirmeyen bir
erken seçimin aynı sorunları yeniden üretmeyeceğinden emin olunamaz. Dolayısıyla Turkiye hızla ve ciddiyetle AKP hükümetinin önünü açtığı yeni siyasi yapılanma tartışmasına başlamalıdır.
Kriz bir bakıma doğumu kolaylaştırdı. Bebeğin sağlıklı doğması şimdi en büyük önceliktir.
Yayın tarihi: 3 Mayıs 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/05/03//haber,5C63AC8AA6A446C89C359D5AB958BF72.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.