1997 Haziran'ından sonra doğanların Türk vatandaşı olarak bir eksikleri vardı. Askeri müdahale görmemişlerdi. Cuma gecesi ansızın gelen ve arka planı henüz tam anlaşılmayan Genelkurmay muhtırasından sonra bu eksiklikleri kapandı. 2007 yılında Türkiye'de Silahlı Kuvvetlerin darbe tehdidi de yaparak bitirdiği bir bildiri ile
demokratik sisteme müdahale etmesi ayıbını artık onlar da yaşadılar. Ülkelerinin çağdaş normlara uygun bir demokrasi olmasına karşı bir saldırının sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaklar. Daha önceki askeri müdahalelerin ülkelerine ve vatandaşlara ödettiği bedellerin benzerini ise inşallah ödemeyecekler.
Cumhurbaşkanı seçim sürecinin feci şekilde ve şeflik yönetimlerine özgü tavırlarla yönetildiğini düşünebilir ve bundan rahatsız olabilirsiniz. Bülent Arınç'ın zafer sarhoşluğuyla
giderek sivrileşen tehditkar üslubuna tepki gösterebilirsiniz. Başbakan'ın ne yapacağını çok iyi bileceği Arınç'ın şantajına karşı bir hamle hazırlamamasına sinirlenebilirsiniz. Hatta iktidar partisinin niyetlerinden kuşku duyabilirsiniz. Türkiye'deki hukuk sisteminin devletin tüm erklerini ele geçirmiş bir siyasi hareket karşısında vatandaşın hak ve özgürlük alanını korumayacağından korkabilirsiniz.
Darbelerin bedeli ağır Bunların hiç birisi Türkiye'de
demokratik sisteme ve sivillere ait siyaset alanına Silahlı Kuvvetler'in müdahil olmasını mazur göstermez. Türk demokrasisi vesayet altında tutulmanın bedelini bugüne dek çok ağır ödedi. Bundan önceki darbe ve yarı darbelerin tahribatının tam bilançosu çıkmış olmasa bile hasarın ağır olduğu kesindir. Bugün İslamileşmekten şikayetçi olanların 1980 darbesinde ülkeyi Müslümanlık yoluyla muhafazakarlaştırmak istedikleri henüz hatırlarda.
İtaatkâr bir toplum yaratma, İran devriminin etkisine karşı panzehir oluşturma kaygılarıyla dinin eğitimde ve toplumsal yaşamda ağırlığını arttırdıkları da.
21. yüzyılda Türkiye eğer modernleşmesini tamamlayacak ve demokratik bir ülke olarak kendisine koyduğu hedeflere varacaksa bu vesayetin ve
korku yoluyla sindirme politikalarının sona ermesi gerekir. Türkiye sonuçta hayli ağır ve sancılı bir dönüşüm geçiriyor ve önündeki siyasal toplumsal ekonomik sorunların basit çözümleri yok. Toplum kışla olmadığı içinde zaptü rapta alınması kolay değil. Kaldı ki toplumdan yükselen çeşıtli sesleri susturarak veya talepleri bastırarak toplumsal uyumu korumak da mümkün değil.
Mahkeme sürecini etkiler Cuma gecesi verilen muhtıra zamanlaması açısından da talihsizdir. Cumhurbaşkanlığı seçiminde her ne kadar mahkemeye gitmek zorunda kalındıysa da sonuçta işleyen bir süreç vardı. Bu müdahale sonucunda Anayasa Mahkemesi'nin kararı üzerine gölge düşecektir. Dahası Türkiye'nin
siyasi dengelerinin bozulduğu veya bozulabileceği yönündeki bu mesaj sonucunda ülkenin itibarı zedelenecek, ekonomisi muhtemelen darbe yiyecektir. Bu ölçüsüz bir sorumsuzluktur.
Hükümet dün ögleden sonra yaptığı açıklamada demokratik siyaset içindeki yetki ve sorumluluk dağılımını hatırlatarak doğru bir duruş sergiledi. Bundan sonrasında krizin aşılması için gereken adımları da atması beklenir. Hiç kuşku yok ki bu yaşananların ardından Türkiye'nin bir an önce seçime gitmesi en doğru tercih olacaktır.
Bu sürecin yolu açılırken en can alıcı soru ise Anayasa Mahkemesi'nin kararı ne olursa olsun Cumhurbaşkanı'nı bu Meclis'in mi yeni Meclis'in mi seçmesinin doğru olacağı sorusudur. Bu sorunun cevabına bağlı olarak Türkiye daha bir süre
derin bir kriz ortamında kalabilir.
Yayın tarihi: 29 Nisan 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/04/29//haber,E98F605D64524933A1E7A985FD7DE3DB.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.