En az üç dış mesele Türkiye'yi yakından ilgilendiriyor. Birincisi ABD'nin 2009 yılından itibaren ya tümden ya da belirli bölgelere konuşlanarak
Irak'tan çekilecek olması . Buna bağlı olarak Irak'ın geleceğinin nasıl şekilleneceği. İkincisi, İran ile ABD arasında devam eden bölgesel hegemonya dansı. Üçüncüsü, Fransa'da Nicolas
Sarkozy'nin cumhurbaşkanlığına seçilmesi.
Bunlardan birincisiyle ilgili olarak Şarm el-Şeyh'te yapılan Irak'ın komşuları konferansı sonuç vermedi. Devamı için bu kez
İstanbul üzerinde mutabakat sağlandı . ABD'nin belirli bölgelere asker konuşlandırarak çekilmesi ihtimali
Kuzey Irak'ta Amerikan varlığı anlamına gelir. Dolayısıyla Kerkük'ün geleceği, PKK'nın varlığı ve Türkiye-Irak Kürdistan bölgesel yönetimi ilişkisinin nasıl şekilleneceği önem kazanır. Bu konularda mutabakata varılıp varılmaması, TürkiyeABD ilişkilerinin gelecekte ne nitelik taşıyacağını da belirler.
Irak'ın geleceğini de ilgilendiren
İran-ABD dansında taraflar bölgesel müttefiklerini harekete geçirme peşinde. İran bunu Irak Şiileri, Suriye, Hizbullah ve becerebildiği ölçüde Hamas üzerinden yapma peşinde.
Sarkozy aslında AB için dert Buna karşılık İran'ın son dönem politikalarıyla ürküttüğü ve hatta kızdırdığı Suudi Arabistan, ısrarla Tahran karşıtı bir blokun oluşturulmasına çalışıyor. Bu nedenle
İsrail-Filistin barışı için bastırıyor . Bölgesel koalisyonlar kurmaya çalışıyor, Hizbullah'ın dengelenmesi için Lübnan'da para saçıyor. ABD'ye yönelik eleştiri dozunu arttırsa da İran karşısında bu ülkedeki
şahinlerle işbirliği yapabileceği izlenimini veriyor.
Sarkozy'nin seçilmesi ise Türkiye'nin AB ile olan ilişkilerini etkileyebilecek nitelikte bir gelişme. Ancak Sarkozy'nin açıkça beyan ettiği Türkiye karşıtlığı, AB-Türkiye ilişkilerinin yegane belirleyicisi değil. Dünkü Financial Times gazetesinde Martin Woolf'un yaptığı kapsamlı ve ince düşünülmüş analiz, Sarkozy Fransa'sının
asıl AB açısından büyük bir dert olacağı tezini savunuyordu. Woolf'a göre Fransa'nın gelenekleri ve yeni Başkan'ın Fransa vizyonuna uygun bir Avrupa istemesi, sonunda Fransa ile
AB'yi sert şekilde karşı karşıya getirecektir .
Böyle bir durumda ise AB'nin geleceği iyice belirsizleşir. Türkiye'nin kendi üyelik kararını değiştirmemesi ve yoluna devam etmesi halinde
bu belirsizliklerden yararlanma ihtimali de yüksek. Ancak kuşku yok ki bundan sonra ABTürkiye ilişkilerinin siyasi düzeyde farklı bir üslupla yürütülmesi gerekecek.
Korkunun egemenliği AB'nin veya üyelerinin Türkiye'ye reva gördüğü muamelenin, bazılarınca kulanılan dilin ülkede son dönemde iyice kabaran öfkedeki payı belli ki hayli yüksek. Meydanlara koşan vatanadaşların başka nedenlerin yanısıra
AB tarafından aldatılmışlık hissiyle de harekete geçtiği ortada. Muhtıra ve yaşanan kriz ertesinde AB bu mesajı aldığı izlenimi verdi. Buna uygun davranması gerekecek. Türkiye'de ise Cumhuriyet'in 84 yıldır çözemediği
kimlik ve entegrasyon sorunlarının faturasını AB'ye veya başkalarına çıkarmaktan vazgeçmeli.
Yalnızca bu üç mesele üzerinden bakıldığında bile Türkiye'nin ne ölçüde zorlu bir döneme girdiği belli oluyor. Maharet gerektiren hamlelerin Türkiye'de bugün varolan kurumsal bölünmüşlük, toplumsal kutuplaşma ve korku egemenliğiyle yapılabilmesi mümkün değil.
TSK'nın muhtırasıyla patlayan ağır demokrasi krizi aynı zamanda derin bir toplumsal parçalanmışlık ve iletişimsizlik krizini ortaya çıkardı. Toplumun "imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitle" olmadığı görüldü. Kendi içinde böylesi düşmanlıklar üreten bir toplum, çevredeki rüzgarlar karşısında zayıf kalmaya mahkumdur. Siyasetin asli görevi bu zaafı acilen gidermek olmalıdır.
Yayın tarihi: 10 Mayıs 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/05/10//haber,5E8A6F857CFD470DBB992A7DCAC91A17.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.