|
|
Bu yazıyı kesip saklayacaksınız
İnsanın ortak kaderi doğum, ölüm ve o aradaki zaman, yaşam... Doğmak, ölmek isteğe bağlı değil... Ölmek, belki bazen. Bize düşen yaşamak. Koşullar ne olursa olsun yaşamak... Ayakta kalmak... Hadi sıyırttın, hayatta kalabildin zar zor... Uzun yaşamak bir ayrıcalık. İyi, güzel. Ayakta kalabilmek. Ceza! Müthiş ceza!
*** İlkokuldaydım, birinci sınıfta. Hiç unutamadığım bir cezaya çarptırıldım. Karatahtanın önünde sırtım sınıfa, yüzüm karatahtaya dönük, ders bitimine kadar kıpırdamadan ayakta durmak... Utanıyorum, midem bulanıyor. Ölmek istiyorum. Herkesten nefret ediyorum, herkes ölsün istiyorum. Sonra bir ara cebimdeki kabarıklığı hissediyorum. Kabak çekirdeklerim. Bir kuruşluk kabak çekirdeği almıştım, bir tane bile yiyemedim. Bahardı... Bademler açmış, tepeye giden toprak yol bomboş. Ev pek yok. Apartman hele hiç yok. Göz alabildiğince tarla... Papatyalar, gelincikler. Hadi be sende! Ne diye ölecekmişim? Mati'ciğimle güzelim dağ yolunda çekirdek yiyerek konuşa gülüşe eve gitmek varken! Şimdi dönüp geriye baktığımda, hep çekirdek misali umutlar peşinde ayakta kaldığımı görüyorum. Öleceğimi bile bile bir çekirdek uğruna bu kadar çırpınma! Değer mi? "Bir şey yap" diyorum. Met'i anımsıyorum, sevgili Aziz Nesin'i... İçim ısınıyor yeniden. "Kalk hadi" diyorum. "Durma koş, bir şeyler yap. Yaşa."
*** "Dur" diyorlar bir yandan da, koşma... "Yeter dinlen artık. Koşma, öl artık!" Ama çekirdeklerim bitmedi ki daha... Yukarıdaki yazıyı bir arkadaşım kendimi yalnız, terk edilmiş, atılmış hissettiğim günlerden birinde vermişti. İşin garibi o kötü hissettiğimi bilmiyordu... İlaç gibi geldi yazı. Sizlerle paylaşıyorum, yeni yılın ilk günü. Kesip saklayın, ihtiyaç duydukça ortaya çıkarın, tekrar okuyun diye. Yazarı mı? Yıldız Kenter.
|