Şu "tenezzül" meselesi
Küçükken de böyleydim ben. Daha hap kadar çocuktum, annem beni yapmadığım bir şeyle, sanki yaparken gözüyle görmüş gibi suçladığında, inadımdan domuz gibi susar, "Hayır anne, ben yapmadım" demezdim. O da bu suskunluğumu suçluluğuma verir ve beni gerçekleştirmediğim yaramazlıklar için cezalandırırdı. Koskoca kadın oldum hala öyleyim. Eğer kendi haklılığımı biliyorsam ve karşımdaki insan çok açık bir şekilde saçma sapan bir tavırla üzerime gelip, beni ortada olmayan bir nedenle suçluyorsa, yine sesimi çıkarmıyorum. Daha doğrusu sesimi çıkarmaya, kendimi savunmaya "tenezzül etmiyorum". Biliyorum 'kibir' en büyük günah ama, elimde değil. Haksızlığa uğradığımda, birden "bu yasaklı duygu" gün yüzüne çıkıveriyor bende. "Canınız cehenneme" deyip dönüp arkamı tek kelime etmeden gidiyorum. Yine öyle yapmak geliyor içimden... Canım sıkılıyor bir haftadır. HHH Geçen hafta "arkadaş kontenjanından" yararlanıp, sevgili Cem Yılmaz'la bir röportaj yaptım. Cem bana güvendi, söylediklerini abuk sabuk bir yere çekmeyeceğimi bildi ve rahat rahat içini döktü. Ben de ağzından çıkanları tek tek yazdım ve size sundum. Sonra hiç kimseye geçmediğim ve geçmeyeceğim bir torpili Cem'e geçtim. Rica etti, röportaj yayınlanmadan okumasına izin verdim. Yani O'nun samimiyetine aynı şekilde karşılık verdim. Üzerine bir de "hiç hiç" yapmayacağım bir şeyi daha yaptım: "Cem rahatsız eden bir şey yok değil mi? Konuştuklarımızı aynen yazdım gördüğün gibi" dedim. Ve "Hayır hayır hiçbir şey yok, eline sağlık çok güzel olmuş" cevabını alınca iyice rahatladım. Çünkü Cem Yılmaz'ın ağzından her çıkanın gündem oluşturacağını ben de herkes gibi biliyorum. Ve "tuhaf anlamlar" çıkartılacak kelimelerle, ne bana güvenip içini döken Cem'in, ne gazetemin, ne de kendi canımı sıkmak istemiyorum. İstemiyordum. Ama sıktılar. Okuduklarını anlamamakta ısrar edenler. Yazacak konu bulamayınca sağa sola iftira atanlar. Ateş bile olmayan yerden duman çıkartma konusunda uzman olanlar. HHH Cem, "Ben televizyonda talk şov yapmam, çünkü o tıynette değilim" dediğinde, ben o anda karşısında olduğumdan, dolayısıyla mimiklerini ve ses tonunu takip edebildiğimden, bu "yapmam" kelimesinden "tenezzül etmem" gibi bir anlam çıkardım. Bunu da gayrı ihtiyari sordum: "Tenezzül mü etmezsin?" diye... O da önce "Yok öyle değil de..." dedi sonra da şöyle bir durdu, "Ya da tenezzül etmem, neyse ne?" diye, çok açık bir şekilde "tenezzül etmeyeceğini" kendi ağzıyla söyledi. (Ayrıca etmez etmez... Kime ne? Size ne?) Aman efendim bu laf olay oldu. Ben adama bu "tenezzül" kelimesini zorla söyletmişim. Röportaj ilgi çeksin diye numara yapmışım. Ben ne kurnazmışım vs. Amaaan! Neyse! Dedim ya her şey o kadar ortadaki bu açıklamaları yazmak bile şu anda zul geliyor bana. Haa, bir de Beyaz, Cem'in kendisinden "öbür çocuk" diye bahsetmesine çok bozulmuş. Sanki Cem'i tanımıyor. Bu "öbür çocuk" sadece o sırada çok insani bir şekilde ismi aklına gelmediği için ağzından çıkan bir laftı o kadar. Bazen, en yakınımızın adının bile, bir an için dilimizin ucuna kadar gelip bir türlü dışarı çıkamadığı zamanlar olmuyor mu sanki? Bir kez daha; Neyse! Bana kalsa bu yazıyı asla yazmazdım ama olan Cem Yılmaz'a oldu. Adam tüm samimiyetiyle iki çift laf etti, başı derde girdi. Ona üzüldüm ben. Yoksa kendi haklılığım bu kadar ortadayken, yazacak konu bulamayıp günahıma girenlere kalem oynatmaya "tenezzül" eder miyim hiç? Bugüne kadar da ettim mi?
|