Karınız istemediğiniz bir şey yaparsa sadece boşanın, olur mu?
Paris'te indirim zamanı. Bir Japonlar var bir de Türkler. Ünlü markaların mağazalarına girebilmek için bile kuyruklar oluşturulmuş. Dikkat edin sadece "Girebilmek" diyorum
CNN'de üçüncü haber olmaya başlayınca rahat bir nefes aldım. Kuş gribinden bahsediyorum. Avrupa'nın gündemi değişti. Gündemde İran var. Paris'te hava yağmurlu. Ben öksürük krizlerinden arta kalan zamanda televizyon seyrediyorum. Paris'e gel televizyon seyret. İyi mi?
*** Bir kadın. Konuşurken ellerini nereye koyacağını bilemiyor. Bir kavuşturuyor, bir üst üste koyuyor. İyi giyimli. Saçlar yapılı. Belli belirsiz makyaj yapmış. Larry King soruyor. O her zamanki heyecanlı haliyle. Kadın sakin sakin cevaplıyor. Öylesine sakin ki oturduğum yerde ben hop hop hopluyorum. Kadının damadı karısını, yani kadının kızını öldürmüş. Hem de 3 aylık hamile olan kızını. Sebep? Çocuk sahibi olmak istemiyormuş. Damat karısına "Çocuk istemiyorum" demiş ama karısı hamile kalmış. Genç kadın aşık olduğu adamdan, kocasından çocuk yapmayı istediği için bebek 3 aylık olana kadar hamile olduğunu söylememiş. Gün gelip de "Sürpriz" deyince, olan olmuş. Koca beklenildiği gibi karşılamamış haberi. Surat asıp oturmuş. Ağzında tek bir cümle. "Ben bu çocuğu istemiyorum" Peki sonra ne yapmış? Kayınvalide anlatıyor: "Kızımı öldürdü. Düşünebiliyor musunuz, minicik torunumla birlikte kızımı bu dünyadan gönderdi. En büyük tesellim onu öldürmeden önce ilaç içirmiş olması. Böylelikle kızım bir şey hissetmedi." O sırada katil kocanın görüntüleri ekrana geliyor. "Affedilmeyi istiyorum" diyor gülerek. "Ben çocuk istemedim, o hamile kaldı." Larry King kızını ve torununu kaybeden anneye soruyor. "Onu başka bir şekilde kaybetseydiniz acı farklı olur muydu? Örneğin bir araba kazasında ölseydi..." Oturduğum yerde doğruluyorum. Ne zor soru bu yani. Sorması zaten dert. Cevaplaması ayrı... Nefesimi tutuyorum. Anne şöyle bir önüne bakıyor, gülümsüyor, gözleri doluyor. Ve ben öksürük krizine tutuluyorum. Yemin ediyorum şaka değil. Cevabı duyamadım. Sadece "Eğer evlilikte istemediğiniz bir şeyler oluyorsa, boşanın. Sadece boşanın, kimseye zarar vermeyin" dediğini duyabildim. Sahi ne cevap verdi acaba? Acı şekil değiştirir mi? Farklı koşullarda, sonuç aynı olsa bile daha az acı çekmek mümkün müdür?
*** "Paris indirimini kaçırmayın" dedi taksici. Özellikle Lafayette'e mutlaka uğrayın. Neredeyse bütün vücudumu kaplayan atkımdan sadece gözlerime bakarak mı anladı alışveriş meraklısı olduğumu diye düşünmeden edemiyorum. Hastalığa rağmen içimde bir merak. Ne kadarlık bir indirim bu? Çokmuş çok. Yüzde 70'lere varan manyakça bir indirim. Manyakça diyorum çünkü Paris'in her köşesinde aynı anda başladı. Lafayette ilk gün öylesine bir kadın istilası altındaydı ki nefes bile alamadım. Ünlü markaların olduğu katı gezmeye karar verdim. İçim açılsın bari. Hani orada böyle bir durum yoktur hesabı... Nerede... Meğer oradaki indirim oranı da diğerlerinden eksik kalmıyormuş. Üstelik ünlü mağazalara sadece girebilmek için dışarıda kuyruklar oluşmuş. Yineliyorum, sadece girebilmek. Gucci, Prada, Dior, Louis Vuitton kuyruklarında çoğunluğu kimler oluşturuyor? 10 puan 10 puan 10 puan, bildiniz Japonlar. Yani şampiyon belli. Peki ikinci kim? Türkler. Yanlış okumadınız. Bayram dolayısıyla soluğu Paris'te alan Türk hemcinslerim muhtelif kuyruklarda boy gösterdiler. İşin daha da komiği sosyete dergilerinden tanıdığım bu kadınlar beni görünce başlarını çevirdiler. "Şimdi yazar mazar kuyrukta bekliyorlar diye." İlk soru "O kadar kazak palto ve atkı üçlemesinden beni nasıl tanıdılar." İkinci soru "Bugüne kadar şunu şurada gördüm, şununla iş pişiriyordu ya da sahte çanta almak için pazarlık yapıyordu" diye bir yazım çıkmış mıdır? Elinizi vicdanınıza koyun." Ha bu saatten sonra yazarsam, başınız büyük dertte o ayrı mesele. Hala düşünüyorum, daha karar vermedim. Şaka bir yana Japon ve Türk kadınlar Paris'i ele geçirmiş durumda.
*** İç çamaşırı reyonunda bir çift. Kadın adamdan yaşça büyük. Erkek karısı için sütyen seçiyor. Kadın denerken diğer seçenekleri araştırıyor, hesap yapıyor. Sonra el ele kasaya doğru gidiyorlar. Garip buldum bu durumu. Yani kocanın gündelik sütyen seçme işini. Kime söylediysem "Aaah ne romantik" dedi. Bana öyle gelmedi. Üstelik itici buldum. Hani kadın yokken alsa tamam da Ateşten herhalde. İnsan hasta olunca dünya güzel gözükmüyor. İndirim mi? Bir çöp almayı beceremedim. Ne dükkan kuyruğuna, ne deneme odalarının sırasına girebildim. Üstelik elimi attığım hiçbir modelde numaramı bulamadım. Bir ara bizim Türkler'den yardım isteyecek konuma bile gelmiştim, o kadar yani.
NOT: Küçük bir Paris gece hayatı rehberi veriyorum. Geçen seyahatlerden kalma. Buralarda değişen pek bir şey yok. Kong (Yemek ve içki için hala gözde. Saint Maritime binasının terası. Starck tasarımı) Pershing Hall (Hem barı hem de restoranı çok güzel. Hani geçenlerde bu köşede 80 yaşındaki bir tasarımcı kadından bahsetmiştim ya size, hani Andree Putmann, işte onun otellerinden biri.) Hotel Costes (Saint Honore üzerinde, dekorasyon Napolyon dönemi.) George (Pompidou'nun terası, manzara harika.) Tipik Fransız isteyenler için; Ma Bourgogne (Place des Vosges) Le Balzar (Sorbonne'un yanında) Brasserie Lipp (Saint-Germain) Boeuf sur le Toit (Champs Elysees yakınlarında)
|