20. yüzyılın aklı Sartre 100 yaşında
Sartre, ölümünden 25 yıl geçmesine rağmen hala canlı. Bazıları için 20. yüzyılı omuzlayan en büyük entelektüel, bazıları için şeytan. Ama Sartre bunların ötesinde tam bir filozoftu.
Fransa'da yayınlanan "Peşin Hükümler Sözlüğü"nde Sartre maddesinde şunları okumak mümkün: "Üretken edebiyat adamı, yerine göre romancı, oyun yazarı, denemeci, siyaset yazarı. Postkartezyen filozof. Siyasette hep yanılmıştır." Büyük romancı Jacques Audiberti ise onun için "Aklın bütün cephelerinde mevcut bir gece bekçisi" diyor. İnançlı bir Katolik olduğu için tanrıtanımaz Sartre'a her cephede karşı olan François Mauriac da, "Sartre, 20. yüzyıl boyunca 'başat çağdaş' olmuştur, yani kültürün bütün kavşaklarında karşımıza çıkan kişi." Sartre, hem büyük bir edebi eser hem de büyük bir felsefi eser yaratan yegane 20. yüzyıl insanı olmuştur. Bunu kendi varoluşundan hareketle ve özgürlükten hiç taviz vermeden yapmıştır. Çok çeşitli alanlarda yer alan eserleri aslında bu varoluşözgürlük bağlamında büyük bir tutarlılık içindedirler. Roman, hikaye, felsefe, tiyatro, biyografi, otobiyografi, her tür deneme, siyasi yazı ve bildiriler, günlük, gazetecilik, senaryo. Ve çağının bütün büyük tartışmalarına büyük bir atılganlıkla katılmıştır. Bu yıl Sartre'ın doğumunun 100. yılı. Vatanı Fransa'da birçok anma etkinliği var, bir de "ulusal kutlama" programı düzenlendi ama Fransa'nın dışında da birçok ülke ve kurum Sartre'ın eserlerini yayınlıyor, anma programları sayısız, bir tek Türkiye'de ses çıkmıyor. Oysa filozof bir zamanlar Türkiye'de de baş köşelerdeydi. Bu ülkede değerlerin çabucak eskimesi çok can yakıcı. Jean-Paul Sartre veya ailesinin ona koyduğu tam isimle Jean-Paul-Charles-Eymard Sartre, 21 Haziran 1905'te Paris'te doğdu. Babası bir deniz subayı, annesi Alsaceli Schweitzerlerin kızıydı. Babasını 11 aylıkken kaybeden Sartre, annesi yeniden evlenene kadar onunla oturdu, sonra ihanete uğradığı duygusuyla dedesinin yanına gitti. Beceriksiz bir çocuktu, sakat ressam Toulouse-Lautrec'in tuallerde aradığı teselliyi kitaplarda buldu ve oburca her şeyi okudu.
ESİR DÜŞTÜ Paris'in en ünlü iki lisesi olan Henri-IV ve Louisle- Grand'da okuduktan sonra 1924'te Ecole Normale Superieure'e girdi, sınıf arkadaşları arasında, sonradan büyük bir yazar ve siyaset adamı olan ve 1940'ta cephede ölen Paul Nizan ile her zaman Sartre'ın tam zıddı olarak gösterilen Raymond Aron da vardı. Sartre, 1929'da felsefe agrege'si olarak mezun oldu. Son sınıftayken tanıştığı Simone de Beavoir ile ölünceye kadar ayrılmadan birlikte yaşadı. Mezun olduktan sonra liselerde felsefe öğretmenliği yaptı, savaşa katıldı, esir düştü, 1941'de kaçtı ve Paris'e gelerek siyasete daldı. Daha önce sahip olduğu pasifist bireyciliği terk ederek, eyleme dahil olmayı, yani angaje olmayı seçti. Sartre, angaje yazarın bir tezi savunmadığını ama dünyayı "ifşa ettiğini" ve onu bir okuma parçası haline getirdiğini söyleyerek, 1945'te bir grup entelektüelle birlikte (Camus, Nizan, Merleau-Ponty) çok ünlü Les Temps Modernes (Modern Zamanlar) dergisini kurdu ve komünistlere yaklaştı. Hindiçini Savaşı sırasında komünistlerin "yol arkadaşı" oldu, ama bu arkadaşlık Camus ve Merleau-Ponty'den kopmasına mal oldu. 1956'da Sovyet tankları Budapeşte'ye girip, Macar ayaklanmasını çok gaddarca bastırınca, bu "arkadaşlık" bitti. Ama Sartre'ın mücadelesi bitmedi, Cezayir'in bağımsızlığından yana tavır koydu. Sırf destek için FLN (Cezayir Kurtuluş Cephesi) militanlarının "çantacısı" olduğunu söyledi, evi iki kere bombalandı, hapse atılmaya çalışıldı ama bu sırada De Gaulle, "Voltaire hapse atılamaz, Sartre Fransa'dır" dedi. Daha sonra yolculukları ve entelektüeller ile siyasal liderlerle buluşmaları onu gerçek bir "karşı çıkış elçisi" haline getirdi. Mao, Fidel Castro, Che Guevara, Tito, Nasıronu hep "sözü dinlenir kişi" olarak gördüler. 1945'te nazizme karşı özgürlüğün simgesi sayarak ziyaret ettiği ABD'nin Maccarthyciliğini "Amerika kudurdu" diye mahketti. 1964'te Nobel edebiyat ödülü ona verildi ama Sartre, Nobel komitesinin 50-60'lı yıllarda soğuk savaş döneminde ABD'den yana taraf tuttuğu gerekçesiyle bu ödülü reddetti. Bir de felsefi nedeni vardı, kabul ederse kurumsallaşacak, böylece özgürlüğü engellenecekti. 1967'de Bertrand Russell'ın çağrısını kabul ederek Tribunal Russell'ın başkanı oldu (Vietnam savaş suçlularını yargılayan sivil bir mahkeme). 68 olaylarında öğrenciler onun çoğu fikrini sloganlaştırdılar. 70'lerin başında Fransa'da "Maos"(Maocular) denilen marjinal grupları desteklemek üzere onların Halkın Davası (La Cause du Peuple) adlı dergilerinin yöneticiliğini yaptı. Daha da ileri giderek Maocu Liberation (Kurtuluş) dergisi kurdu. 1973'te görme sıkıntıları, kendini yorgun ve yaşlı hissetme gibi nedenlerle tüm yazı faaliyetlerine son verdi.
ÖZGÜRLÜĞÜNE TUTKUNDU J.P. Sartre, 15 Nisan 1980'de Paris'te 75 yaşında öldü. Montparnasse mezarlığına olan son yolculuğunda onu 50 bin kişi uğurladı. Bütün dünya bu "Yüzyıl-Adam"a selam durdu. Sartre, ölümünden 25 yıl geçmiş olmasına rağmen hala canlı, hala yaşarkenki kadar hayranlık ve kin uyandırıyor. Bazıları için 20. yüzyılı omuzlayan en büyük entelektüel, diğer bazıları için bir şeytan. Ama Sartre bunların ötesinde tam bir filozoftu, yani 18. yüzyıl anlamında, Aydınlanma anlamında tam bir filozoftu, çevresindeki dünyaya ilişkin hiçbir şeyin ona yabancı olmadığı bağımsız bir akıl, her zaman adaletsizliğin karşısına dikilen bir eylem adamı. Post-modernleşen bu dünyada, yalnız kendi için varolan ve giderek küçülen çoğu insan, Sartre'a bu evrensel konumundan ötürü kızıyor. Başta Husserl ve Heidegger olmak üzere birçok filozoftan etkilenen Sartre, hiçbir zaman bir çömez olmamış, her zaman orijinal bir filozof olarak kalmıştır. Özgürlüğüne tutkun olan Sartre, hiçbir hocanın öğrencisi olmadığı gibi hiç kimsenin de kendinin çömezi olmasına izin vermemiştir.
Mehmet Ali Kılıçbay
|