|
|
Dünyaya hangi mercekten bakıyorsunuz?
Başkası için değil kendiniz için yaşamanın tadına varın. Başarı ve takdir edilmek kuşkusuz güzel ama dozunu ayarlamak şart.
Geçen gün Türkiye'de tanınan sanatçı bir arkadaşımla sohbet ederken "Türkiye gibi bir memlekette giriştiğin şey için kolay gelsin" dedi. Kendisine de söylediğim gibi, ben yazılarımı kimseyi dediğime inandırmak veya değiştirmek için yazmıyorum. Zaten hazır olmayan bir şeyi değiştirmeye imkan yok. Şimdi bir okurumun görüşünü sizlerle paylaşmak istiyorum. Mail şöyle: "25 Eylül tarihli Tanrı ile ilgili yazınızı sevdim. Güç ve kazanma hırsı için ruhunu kaybetmekten bahsetmişsiniz. Burada sizinle tamamen hemfikirim. Yalnız bir şey var. Söz konusu güç olunca hepimizin içinde güce yönelme gibi doğamızda içkin bir eğilim var. Başkalarıyla rekabet etmemizin, hatta kendimizi geliştirmeye çalışmamızın bile önemli motorlarından biri bu bence. Belirlenen' değil 'belirleyen' olmak istiyoruz. Bugün çoğunluk, açıkça, verici olmadan, hep almayı isteyen kaba anlamdaki güce tapınıyor. İnsanların çoğunluğuyla yaşamaya muhtaç olduğumuz ortaklık duygusu uğruna, her birimiz çirkinleşiyoruz, iktidarcı oluyoruz... Yani toplumda insanlar arasında çok büyük bir etkileşim olduğu için batarsak hep beraber batıyoruz, çıkarsak da hep beraber çıkıyoruz. Güce yönelme güdümüz varken ve toplumlar açıkça kaba gücü isterken, neredeyse tüm dünyanın gittiği yönün aksine bireysel olarak gidip de kendimizi de temiz tutabilmemizin bir yolu var mı? Bu, hiçbir şekilde boş verelim demek değil elbette ama anlatmaya çalıştığım şeylerle bağlantılı olarak, bugün depresif olmamak mümkün mü? Ancak kabul edilip, bu çağın insanı olarak 'Kaderim buymuş' denebilir. O da ne kadar kabul edebilirsen tabii..." Yukarıdaki mail, bugüne kadar çok çeşitli sosyal seviyelerde gördüğüm genel karamsarlığı (hatta çok yerde boşvermişliği) ortaya çıkartıyor. Sevgili okurumun, hepimizin içinde olan iktidar hırsımızın nasıl kötüye kullanıldığını eleştirmesini çok iyi anlıyorum. Ancak akıntıya kürek çekme misali, kaba güce yönelen çoğunluğa karşı koyma çabasının bizleri daha da yoracağına inanıyorum. Eleştirmeye konsantre olduk mu, adım atmamızı gerektirecek enerjiyi yaratamıyoruz. Belirli bir yaşa kadar hayatımızı sahip olmak istediğimiz güç, materyal, statü, başarı için çalışarak geçiriyoruz. Sonra zaman geliyor ve bir bakıyoruz ki, bu yolda ilerlerken kazandığımız şeyler kadar, hatta daha da çok kaybetmişiz. Çoğu zaman ailemiz, sevdiklerimiz ve özellikle sağlığımız da bu kayıpların içinde. Kendimizi egomuzla bir tuttuğumuz sürece farklısını bekleyemeyiz. Tüm benliğinizin sadece düşünceleriniz olmadığını kavradığınızda, hayatla çoğunluktan başka bir çizgide ilgilenmeye başlarsınız. Hayata bakışınız çoğunluktan farklı olmaya başlar. Ancak bu korkulan anlamda bir yanlızlık değil, tam tersi zevk alınan bir yalnızlık, kendine yeterli olabilme hissi... Okuyucumun bahsettiği "İnsanların çoğunluğuyla yaşamaya muhtaç olduğumuz ortaklık duygusu", başkaları tarafından kabul edilme ihtiyacı çok hafifler. Başkası için değil, kendiniz için yaşamanın tadını alırsınız. Kuşkusuz başarı, takdir edilmek çok güzel duygular ancak çok insan dozu kaçırıp, bu gücü kimlikleri ile karıştırıyor. Acımasız gördüğünüz insanları düşünün... Geçirdikleri her kötü tecrübe şimdiyi kontrol etmelerine izin veriyordur.
Elvan Demirkan
|