Macahel'e bulutlararası yolculuk
Sahilden tüm Karadeniz'i geçip Artvin, Erzurum üzerinden kıyıya paralel giden vadilerden İstanbul'a döndük. Kah vadilerdeki kuytuluklarda, kah binlerce metredeki yaylalarda bulutlararası bir yolculuktu bu.
Gerede'de otoyoldan çıkarak Ilgaz yolunda ilerliyoruz. Yanımda eşim Sedef. Temiz ve küçük bir otel olan Derbent Motel'in muhteşem keyfine sabah kahvaltısında varıyoruz. Kısa bir Ilgaz turundan sonra yönümüz Kastamonu; onbeş yıl sonra geldiğim Kastamonu'yu sevinç içinde geziyoruz, tarihi dokunun korunarak da modern bir kent yaratılabileceğine en güzel örneklerden biri olmuş bu kent. Bir buçuk saatlik turdan sonra yönümüz Anadolu'nun koruma altına alınmış en önemli coğrafyalarından biri olan Küre'ye ve onun muhteşem doğasına. Yavaş yavaş ve tadına vara vara geçiyoruz Küre'yi ve dağlarını ve bu yolun Kurtuluş Savaşı'nda Anadolu'ya silah taşıyan kağnıların yolu olduğunu ve ne bedellerle bu işin başarıldığını hüzünle anımsıyoruz, beynimde Nazım'ın "Kadınlarımız" şiiri. Nihayet İnebolu, işte Karadeniz! Ama bu kalabalık neden? O da ne! Pazar var, bu gün salı ve İnebolu'nun pazarı. Bir yerleşimin aynasıdır pazarlar, hem kentlisini hem köylüsünü tanırsın, hem de ne ürettiğini anlarsın. Domates, biber, soğan, salatalık, erik, nar, kızılcık, karayemiş, böğürtlen bir renk ve koku resmi geçitinde. Abana, Çatalzeytin, Türkeli derken akşamüstü Sinop'a ulaşıyoruz. Sevgili Sinop ne çok özlemişim seni, Amazon kraliçesi Sinope dolaşıyor gibi geliyor, her baktığımda liman meydanına. Otelimize yerleştikten sonra doğru kıyı lokantalarına, içlerinden Saray lokantası duba üzerindeki masalarıyla öne çıkıyor, ne de olsa serde denizcilik var. İskorpit tavaya rakı eşlik ediyor ve çeşit çeşit mezeler. Az sonra masamıza katılan Connecticutlı Wayne ve Leslie ile sohbete dalıyoruz. Sabah kahvaltısından sonra temiz bakışlı güzel insanların arasından yola çıkıyoruz. Gerze diyorum Sedef'e, aklımda kaldığına göre çok hoş bir yerleşimdi. Derken varıyoruz Gerze'ye ve aklımda, neden eğri yapıldığına dair hiçbir açıklama getiremediğim balkonuyla çarşı içindeki binanın yerinde olup olmadığı var, veee evet yerinde duruyor, çocuklar gibi seviniyorum, üstelik restore edilmiş haliyle pırıl pırıl. Kısa bir turdan sonra, şimdiye kadar iyi gitti, hem Sinop hem de Gerze çok fazla bozulmamış diyorum, hem de iyiye gitmiş bir gelişme var.
VAHALAR VAR Yol yeşilliklerin ve balık unu fabrikalarının arasından kıvrıla büküle Bafra'ya taşıyor bizi. Kızılırmak deltasına giriyoruz. İlerledikçe önce leylekler karşılıyor bizi sonra kara leylek, ak balıkçıl, gri balıkçıl, çulluk, ve tabiii ki martılar. Tanımadığımız kuşlar için kitap açılıyor ve bakılıyor. Daha önce sık gelip gittiğimiz Samsun, Çarşamba, Terme'yi hızlıca geçip Ünye'ye varıyoruz ve benim için tam bir hayalkırıklığı; güzelim Ünye ne yazık ki çarpık yapılaşmaya kurban gitmiş, daha önce saatlerimi geçirdiğim kalesini arıyorum, içgüdülerime ve anılarıma dayanarak, ancak bir türlü beş altı katlı apartmanların arasındaki korkunç trafikten kurtularak kaleye ulaşmayı başaramıyor, en sonunda sinirlenerek Ünye'den çıkıyoruz. Fatsa'yı eskiye oranla biraz daha toparlanmış buluyorum, ancak Samsun'dan bu yana anlamakta çok zorlandığımız bir yapılaşma biçimini Fatsa'da da görüyoruz. Bu yapılaşma biçimini anlatmadan geçemeyeceğim. Her dairenin kendi dış cephesini boyadığı, dolayısı ile kimi dairenin dış cephesinin boyalı, kiminin boyasız olduğu binalar mı istersiniz? Birinci katın iskan edilmiş, ikinci katın duvarlarının bile olmadığı, üçüncü ve dördüncü katın iskan edilmiş olduğu binalar mı istersiniz? Hepsi arsızca sırıtıyor. Kötü bu binalardan oluşmuş bir kokteyl, neredeyse Samsun, Trabzon arasını kaplamış. Allah'tan arada Bolaman, Ordu, nispeten Giresun, Tirebolu gibi bir vahalar var.
BÜYÜLÜ MANZARA Bolaman geleneksel Türk mimarisinin en özgün ve güzel örneklerinden bir kaç tipini birden barındıyor, "Haznedaroğlu Konakları." Son gördüğümde çökmek üzere olan büyük konak restorasyona alınmış, ancak anladığım kadarı ile yarım kalmış. Yanındaki Haznedaroğlu Abdullah Bey Konağı restorastonu tamamlanmış ve içinde oturuluyor. Yanındaki bina da oldukça düzgün onarılmış ama daha geç bir döneme ait gibi duruyor. Bolaman'ı arkada bırakarak Uzun Saçlı'nın yerinde çay molası vermek için duruyoruz; heyhat! Uzun Saçlı üzülerek çayının bittiğini söylüyor, yola devam, hedef Vonalı Celal'in yeri. Vona Perşembe'nin eski adı, Vonalı'nın yerine tam güneş (Sedef'in tabiri ile) kavuşurken varıyoruz. Manzara muhteşem, güneşi kavuştururken Vonalı masayı donatıyor, aman demeye kalmadan kaygana, fasulye turşusu kavurması, karalahana kavurması, mantar, turşu, tavada pişmiş mısır ekmeği masaya yerleşiyor veeee ana yemek, fındık kabuğu ateşinde pişmiş ızgara et, eh gel de rakıyı açma. Biz masa keyfini sürdürürken Karadenizliler'in hızlı yemek yeme alışkanlığına hayretle bakıyoruz, şimdiden çoluk çocuk gelmiş dört aile yemeklerini yiyip kalktılar bile, Vonalı da bize hayretle bakıyor, "Herkes sizin gibi olsa batarım ben" diyor ama bu keyif de bırakılmaz ki, yemeğimizi tamamlayıp Perşembe'yi geçerek Ordu'daki otelimize doğru yola çıkıyoruz.
Fatih UĞURLAŞ
|