Liseli deli kızın hikayesi
Bir gece yarısı!... Arabanın önünde, sanki kendisini siper etmiş gibi duran bir domuz... Sanki gözlerini, gözümüzün içine dikmiş gibi bakıyordu. Önündeki büyük domuz yolun karşısına çoktan geçmişti. 5-6 tane ufacık, minik domuzlar ise yolu yarılamıştı. O an anladım ki o domuz bir 'anne'ydi. Yavrularını karşıdan karşıya geçiyordu. Kendisi de vücudunu arabaya siper etmiş, öylece bekliyordu... Araba ezerse kendisini ezsin. Yavrularına bir şey olmasın. Ben hiçbir annenin kötü olacağına inanmam. Yavrusunu cami avlusuna bıraksa bile, o çocuğunun iyiliği içindir derim. Bugün Anneler Günü ve size yaşanmış bir hikayem var. Yıllar önceydi. Milli Eğitim Bakanlığı'nın yayınladığı (1947), Türkiye'nin harika çocukları kitabını inceliyorum. Bu kitapta kimler yok ki. Dünün çocukları, bugünün ünlü siyaset ve bilimadamları... Zeki Müren'den Kamran İnan'a, Süleyman Demirel'den Erdal İnönü'ye kadar... İşte o ünlü çocukların arasında liseli bir genç kızın fotoğrafı da vardı. O genç kızın yaşam hikayesini yıllar sonra öğrenince şoke oldum. Şaşırdım ama gururlandım. Bir gün... Bu liseli kızın fotoğrafını aile büyüklerimden bir bayana gösterince tatlı ve muzip gülümsemeyle söylendi: "O bizim liseli deli kız..." Öyleyse, bu hikayeyi dinleyin: Arabistan çöllerinde Cemal Paşa'nın komutasında savaşıp ömrünün 10 yılını esir kamplarında geçiren (Bu arada İngiliz kültürünü çok iyi öğrenen...) Abdullah Efendi, yanında yolculuk eden genç kıza sorular sorar. Cevap karşısında öyle etkilenir ki "Bak güzel kız. Seni oğluma alacağım" der. Sonunda iki aile karar verir. Aslında genç kız ile genç çocuk ilkokuldan beri arkadaştır. Üstelik sıra arkadaşı. Ama genç kızın bir tek rüyası vardır, o da okumak! Her şey isteyince olmuyor. O liseli kız ilkokulda sıra arkadaşı olan ve Köy Enstitüsü mezunu öğretmen Mehmet'le evlenme kararı alır. "Ama şartlarım var" der. Birinci şart, "Ben ata binerek gelin olmam. Atatürk'ün kızıyım, araba isterim." Maraş'ın Afşın kazasında araba yoktur. Sadece kaymakamın üstü açık cipi vardır. Bir kış günü, üstü açık bu cip, gelin arabası olur. Kar yağışı ve soğuk önemli değildir. Önemli olan o liseli kızın rüyasıdır... Ama... İkinci şart şudur: "Davul zurna istemem, orkestra isterim. O orkestranın önünde dans etmek isterim." Belediye, meclis kararı çıkarır. Adana'dan müzisyenler bulunur, davet edilir. Düğün orkestra eşliğinde yapılır. Gelin ve damat orkestranın önünde vals yapar. Ama... Liseli kızın üçüncü şartı tüm kasabayı şaşırtır: "Ben kocamın koluna girerek damat evine gitmek isterim." Bu istek de kabul edilir. Yani ... İlk kez bir liseli kız, Atatürk'ün Türkiye'sinde, bir kasabada, çağdaş bir düğünle evlenir. O liseli kızın bir gazetede gördüğü fotoğraf (Atatürk'ün bir genç kızla dans ettiği) gerçek olur, rüyası da tabii... Büyükler şöyle anlatır; "Liseli bir deli kız yüzünden kasabamızın düğün şekli değişti. Genç kızlarımız davul zurna istemez oldular. Hepsi orkestra eşliğinde vals yaparak evlenmenin mutluluğunu yaşadılar." Ve devam ederler; "Yıllardır bu orkestra görev yapanlar, o liseli deli kızdan sonra kadrolu müzisyen oldular." Peki nereden mi biliyorum bütün bu olayları? Biliyorum efendim, biliyorum. Liseli deli kız, benim annem. Liseli deli kız denilen H.Ayşe Özcan (Kanat) benim canım annem. 1948 yılının harika çocuklarından biri olan o güzelim Atatürk'ün kızı, benim annem. Bir efsane gibi Kahramanmaraş'ın Afşin-Elbistan kentinde hala konuşulan, hala genç kızların bir lideri gibi ismi unutulmayan o güzeller güzeli kadın benim annem. O annem ki çocukluk aşkı Mehmet (Kanat) ile 40 yıllık unutulmaz bir evlilik yaparak 4 çocuğunu yoklukla eğiten, yetiştiren biri. Liseden sonra okuyamadı, okutmadılar. Ama... O okulda olmasa da Atatürk'ün kızı olarak etrafına ışık saçtı. Öğretmen oldu, ders verdi, halı dokudu, çevresine örnek oldu. Hepsinin ötesinde... Kimsenin umurunda olmasa bile benim umurumda. Bugün Anneler Günü ve ben annemle gurur duyuyorum.
|