Para Köpeğin Olsun!!!!
Diyarbakır... Ya da büyük, büyük dedemin dediği gibi; Diyar-ı Bekir... İnanır mısın her gittiğimde birbirimize daha çok yaklaştığımı hissettiğim kent. Sevgili Yılmaz Erdoğan'dan öğrendiğim gibi "Çawanıbıra" (Nasılsın kardeşim?) diyorum herkese... Onlar da bana aynı şekilde yanıt veriyor. Bir ricada bulunuyorsun. Cevap; "Emrin başım gözüm üstüne" ile başlıyor. Sonrasında ise benim ciğerim, iki gözüm diye başlayan cümle. Diyar-ı Bekir turuna başlamadan önce berber koltuğuna oturdum. Oturdum ya söz aklıma geldi: Berberde fazla konuşma! Ama benim berber her sözünde beni şaşırttı: Bakın ne diyalog oldu. Bu senin çırak mı, yoksa kalfa mı? - 3 yıldır çırak. Zaten talebe. Sınıfta kalırsa işten çıkarırım. Ya sen. Okul bitti mi? - Hayır, yüksek öğrenim yapıyorum. İşletmeci olacağım. Pazarlamacılık hayalim. Vay be.. Hem berber hem üniversite öğrencisi... - Daha bitmedi. Gitar hocalığı yapıyorum. Bestem bile var? Yok ya!... - Türkçe de inanılmaz besteler var. Mesela Kayahan ve Sezen harika bestelere yapmış. Ben onlar gibi olamam ki.. Ama Kürtçe henüz yeni. Bestelerim hep Kürtçe.. Bu benim önümü daha çok açıyor. Peki Diyarbakır'da sosyal yaşam? - Artık Hizbullah bitti. (Okul dönemizde eli satırlı saldırganlardan çok çektik..) Gaffar Okkan sayesinde (O bir efsane diyor..) artık hepimizin polis arkadaşı bile var... Şaşkınlıkla dinlediğimi görünce noktayı da koydu; - Bu dediklerimi yaz ama ismimi yazma..." Akşam biraz müzik dinleyip kafa dağıtalım diye bizim güzel adam Vedo (Vedat Okyar) ve sevgili Aydın (Beşiktaş'ın en güçlü kongre üyesi Aydın İzgeç) ile otelin barına çıktık. Oturduğumuz an şunu anladık: Sevilmek hoş bir duygu!. O gece hep Türkçe şarkılar istendi. Kürtçe şarkı söyleyen de yok, dahası isteyen de yok. Yani kompleks yok. O propagandanın esiri olmuş kafalarda yok. Masamıza aşiret reisi sevgili Aziz Kahraman geldi. Müsade istedi, "Buyur ağam" dedik. Hoş sohbet ettik. beyle her masaya geldiğimizde ayağa kalkıp saygıda kusur etmiyor. Her cümlesinin başında, "Soru sormama izin var mı?" diyor. Ben de sonsuz. Sor ama her istedigini sor diyorum. Müthiş bir sohbet. Gecenin sonuna doğru Aziz ağam dedi ki; "Bak hele gurban... Benim çiftlik sınırını bilmem. Her yer benim. Ben seni çok severdim şimdi daha çok sevdim. Ahdım vardı şimdi söylüyorum. Çiftliğimin ortasına senin için bir ev yaptıracağım. Canın istediği zaman gel...." Aziz ağa lafını tamamladı: "Ben ağayım ama sen de Beşiktaş'ın ağasısın..." Ağam benim param yok, bu evin parasını ödeyemem diyorum. Ama nerde... Aziz ağa kızıyor: "Para köpeğin olsun Kazım ağa!..." Gördünüz değil mi... Artık ben de bir ağa oldum, üstelik aşiret reisi ünvanıyla. Şunu anladım ki Diyarbakır'da çok sorun çözülmüş. Bu sorunların çözüldüğünü Diyarbakır- Beşiktaş maçında da gördüm. Gözlerime inanamadım ama sevindirici sonuç bu; Diyarbakır'a huzur gelmiş. Elbette yediğimiz içtiğimizden de söz edeceğim... Selim ustanın kaburga dolması harika. Tavacı Recep ustanın etleri, öf aman. Bir de üstüne kadayıf... Diyarbakır dönüşünde hep kolesterolüm artıyor. MESAJ; efendim uzmanlar diyor ki akciğer kanserinde sigara en büyük tehlike. Ama yüzde 33 oranında pasif içiciler (Yani siğara içmeyenler) de kansere yakalanıyor. Günde 4-5 paket sigara içen (Ayrıca pipo, puro ve nargile de tüttüren) eski bir nikotinkolik biriyim. Zaten bu yüzden de sigara içmeyen biri olarak, akciğerinin yarısını kansere kaptırmış biri olarak pasif içicilerin hakkını koruyorum. Bu nedenle şunu diyorum: Reha Muhtar'ın sigarayı bırakması Reha'nın sorunu. Ama sigara içenlerin içmeyenleri zehirlemesi ise Kazım Kanat'ın sorunu! Ne olur; kapalı alanlarda sigara içilmesin. Ama nerde? Benim TSYD'nin TV salonunda bile sigaraya yasağı var ama içiliyor. Başta benim karım Sevinç!....
|