Ya değerler ya barbarlık...
Dünyayı anlamlı kılan şey, üzerinde yaşatılan değerlerdir. "Değer"den yoksun bir dünya, insanın yaşadığı bir mekan olarak adlandırılamaz. Aydınlanma Devrimi'nden bu yana çok yol alındı, ama özünde bir "değerler devrimi" olan Aydınlanma öncesinden bugüne yaşanan en derin değer krizinin içinden geçiyoruz. Dünyanın bir "küresel köy" olması, iletişim imkanlarının sınırlarına dokunup, bir yakıcı siyasi gerçek haline geldikçe, dünya düzeninin hangi değerlere göre "renk" kazanacağı daha önemli bir problem haline geliyor.
*** Irak, dünya sistemini omurgasından sarsan bir olay olarak orta yere geldi. Bu nedenle Irak'ta "değerler" temelinde elde edilecek bir başarı, gelecek açısından çok önemliydi. ABD'nin son derece tartışmalı metotlarla gerçekleştirdiği müdahale, Irak Diktatörü'nün iktidarının sona erdirilmesi ile sonuçlandıktan sonra, gözler geleceğin nasıl kurulacağına odaklandı. Madem ki -ABD resmi söylemine göre- bu savaş salt demokrasi için gerçekleştirilmişti, savaş sonrasında demokrasinin Ortadoğu'nun en sorunlu bölgesinde nasıl kurulacağı büyük bir "test alanı" olmaktaydı. Neyin test alanı? Diktatörlükten sonra demokrasinin nasıl kurulacağının test alanı... ABD'nin tasarladığı Irak modeli, Irak realitesi ile çokça çatışan yönlere sahip olunca, Iraklılar içinde "beraber yaşama iradesi" yerine, etnik, dini ve bölgesel asabiyetlerin yükselmesi söz konusu oldu. Diktatörlük zamanında, baskı yüzünden yeraltına inmiş ya da bastırılmış tüm katı asabiyetler, yeni dönemde "modelsizlik" yüzünden güç kazandı. Bu nedenle Irak, görünürde koalisyon birliklerine karşı yürütülen bir savaş fotoğrafı içinde çok acı bir iç savaş yaşıyor aslında. Dini ve etnik iç savaş kendini koalisyon birliklerine karşı direniş olarak maskeliyor. Bu tablonun ortaya çıkmasında büyük pay, dünya sistemini böylesine derinden etkileyen bir olay karşısında yaşanan hazırlıksızlıktır. Hazırlıksızlığın esasını da, "petrolpolitik"in yerini henüz "değerler siyaseti"nin alamamış olması oluşturmaktadır. Dini ve etnik asabiyetleri aşma konusunda, dünyanın geldiği nokta yeterli bir model sunamamaktadır... Irak örneği, dünya sisteminin önde gelen gücü ABD'nin "değer siyaseti" temelindeki modelsizliğini ortaya koymuştur.
*** Uluslararası iradenin diğer önemli odağı AB ise benzer bir görüntü vermektedir. AB'nin en önemli zeminlerinde hâlha geleceği belirleyecek referansın Hıristiyanlık olması gerektiği, entegrasyon stratejisinin özünü dinin oluşturduğu, genişlemenin bu esası dikkate alarak gerçekleşmesi gerektiği gibisinden ilkel ve gerici fikirler dillendirilebilmektedir. Avrupalıların Avrupa ile ilgili düşünceleri ile başka coğrafyadaki insanların Avrupa değerleri üzerine düşünceleri arasında ortaya çıkan bu makas farkına çok dikkat edilmelidir. Avrupa'nın temsil ettiği değerler, Avrupa temsil ettiği için değil, "insanlığın birikimi"ni belli bir siyasi denklem biçiminde yansıttığı için değerlidir. Bu bakımdan, Avrupa'nın temsil ettiği değerler, Avrupa'nın kendisinden çok büyüktür. Şu anda dünya sistemi içinde, salt güce ya da ekonomik birlikteliğe değil aynı zamanda bir "değerler sistemi"ne dayanan tek bütünleşme biçimi olduğu için AB farklı bir yere sahiptir. Küresel güç sistemi içinde AB'yi ayrıksı kılan, değerler sistemini eksen alarak ekonomik ve siyasi güç üretimini sağlamasıdır. AB ise kendini farklı kılan bu özellikleri zedeleyen tutumlara sert ve kesin tepkiler vermekte zaman zaman zorlanmaktadır ve bu da, Avrupa'nın ayrıksılığını gölgeleyecek gelişmeleri tetiklemektedir. Son olarak kilise destekli bir ırkçılık içinde hareket ettiği ortaya çıkan Rum kesimini kendi içine almaya dönük adımı atacak şekilde kendini bağladığı görülen AB'nin, "değer siyaseti" konusunda büyük bir zaafı ortaya çıkmıştır. AB'nin de içinde yer aldığı uluslararası iradeye karşı gelen, üstelik bu karşı gelişi "kilise destekli ırkçılık" zemininde gerçekleştiren Rum kesimine kar- şı, AB'nin herhangi bir yaptırım mekanizması olmadığı görülmüştür. Bu da "değer siyaseti" bakımından AB'nin ayrıksılığını omurgasından zedeleyen bir gelişmedir
*** Ortaya çıkan bu tablo, değer siyasetinin geçersizliğine götürmemelidir dünyayı. Çünkü, "değer siyaseti"nin olmadığı bir dünya barbarlığa teslim olmuş demektir. Dünyanın pek çok yerinde "değer siyaseti"nin güçsüzleşmesine yol açan gelişmeler daha dikkatli olmamızı sağlamalı ve değerlerin siyasal alanda gerçekleşmesi için yeni stratejiler üretmeye sevk etmelidir herkesi. Aksi halde, terörden daha büyük bir bela olan barbarlığa gün doğacaktır...
|