|
Ken Russell
|
|
Ünlü yönetmen Ken Russell film festivalinin konuğu olarak İstanbul'daydı. Sanat hayatına balet olarak başlayan ve yönetmenlikte karar kılan Russell, 78 yaşında olmasına rağmen hala çok dinç ve neşeli
Bir Ken Russell filmiyle ilk kez ne zaman karşılaştım? Hatırlıyorum, 1970 kışında Paris'ten geçiyordum. Herkesin ağızında bir tek film vardı: Fransızlar'ın özgün adıyla gösterdikleri "Music Lovers- Müzik Aşıkları". Besteci Çaykovski'nin yaşamını anlatan film, o zamana dek gördüğümüz hiçbir müzisyen biyografisine, hatta hiçbir filme benzemiyordu. Bir görüntü şöleni halinde akıp giden çılgın, biçimci, ateşli bir filmdi bu. Ünlü bestelere eşlik eden cüretkar görüntüler, bir dahi karşısında olduğumuzu haberliyordu. Sonradan "Yalnız Kalpler" adıyla bizde de gösterilen film, birden Russell adını belleğimize kazıdı. Ve arkası geldi. "Women in Love- Aşık Kadınlar", cinsellikle aklını bozmuş büyük yazar H. D. Lawrence'den yapılagelmiş en iyi uyarlamaydı; zamanında sansürden geçmediği için bizde gösterilemeyen... Dinsel alegori "Şeytanlar", modern müzikal "The Boy Friend", çeşitli sanatçı biyografileri olan "Savage Messiah", "Mahler", "Listzomania", "Valentino" bizde bölük-pörçük oynarken, 1976'da çıkıp gelen rock müzikali "Tommy" özellikle gençlerin gönlünü çeldi ve onu efsaneleştirdi. İşte bu Ken Russell, geçen günlerde İstanbul'daydı. Onu yakından izledim. 1927 doğumlu olduğuna göre, karşımda 78. yaşını süren biri vardı. Ama nasıl neşeli, nasıl gırgırdı... Boğaçizi Üniversitesi'ndeki söyleşisinin başında ayağa kalktı, önündeki kuru pasta tabağını dinleyicilere dağıttı. Sanat yaşamına balet olarak başladığını anlatırken, kalkıp bize birkaç figür gösterdi. Ve her isteyene imza verip, uzatılan teyplere konuştu. O gerçek bir gönül ve dostluk adamıydı ve tüm kadınlara, yanındaki güzel ve kendisinden çok genç olan aktris eşi kadar nazik davranıyordu. Russell gençliğinde balet, oyuncu ve fotoğrafçı olmak arasında duraksamış, hepsini de bir süre yapmış. 1950 sonlarında yaptığı kimi amatör filmleriyle dikkat çekince, BBC'den öneri almış. Orada birkaç yıl 15 günde bir temposuyla çeşitli sanatçı biyografileri çekmiş. Özellikle müzikçiler: Bach, Debussy, Strauss, Prokovief, Elgar, vs. Çünkü o tam bir müzik aşığı ve onların yaşamlarına özel bir zaafı var.
Mel Gibson Şeytanın Kendisi Bu filmler, zengin bir hayal gücüne dayanan görsel zenginlikleri, özgün ve tuhaf sahneleri, kimi zaman gerçeklere boş veren kişisel yaklaşımlarıyla çok yankı yaptılar ve efsaneleştiler. O aralar Michael Caine, James Bond filmlerinin yapımcısı Harry Saltzman'a sanatçıdan söz etti. Böylece sinemanın yolu açıldı: Caine'in başrol oynadığı "Milyonluk Beyin", ardından diğer ünlü filmleri. Sinema için ilk müzisyen öyküsü olarak Çaykovski'yi anlatmayı seçmiş. Alaylı biçimde şöyle diyor: "Yapımcı bana sordu: 'Ne anlatacaksın?' Şöyle dedim: 'Bir nemfomana aşık olan bir eşcinselin öyküsünü'. Bunun üzerine 'tamam tamam' dedi ve hemen kontratı yaptık!"... Russell, "Tommy" için öneri aldığında şaşırmış çünkü rock müziği hiç sevmezmiş (hala da sevmiyor!)... Ama bunu da yüklenmiş ve sinema tarihinin en ünlü rock müzikalini yapmış. Ya bir de sevseydi!... Russell'ın dört eşinden tam sekiz çocuğu var! Yaşları 50'yle 11 arasında... İyi bir ev erkeği. Mutfağa girip yemek yapmaya bayılıyor, özellikle de İtalyan mutfağı. "İyi yemek yapmak, iyi bir yönetmen olmanın ilk şartıdır. Zorluklar ve aşılacak engeller çok benzer." Russell sonraki yıllarda, bence sinema tarihinin en erotik ve röntgenci filmlerinden olan "Crimes of Passion- Tutku Suçları", değişik bir bilim- kurgu olan "Altered States", Mary Shelley'in "Frankenstein" romanını yazdığı korkunç geceyi öyküleyen "Gothic" gibi çarpıcı filmler yaptı. Son yıllarda ise film yapmakta zorlanıyor: "Eskiden bir film için en fazla üç kişiyi ikna etmeniz yeterliydi. Şimdi şirketlerde bir sürü adam var ve 100 kişiyi ikna etmeniz gerekiyor." Edgar Allan Poe uyarlaması bir hikayeyi filme almak için 10 yıldır uğraşıyormuş. Başaramayınca, filmi kendisi çekmiş: Kendi evi, bahçesi ve garajında, aile üyeleriyle ve dijital kamerayla. Ortaya çıkan filmi festivalde izledik. Yönetmen duymasın ama berbat bir şeydi!... "Home movie- ev filmi" denen şeyi gerçek sinema saymak mümkün mü? Ama o yılmıyor. Yine genç eşiyle birlikte "Fil Adamın İntikamı" nı yeni çekip bitirmiş. Sanatçı 10 yıl kadar önce Türkiye'ye gelmiş: İsa üzerine bir film çekmek için... Harika mekanlar bulmuş ama para bulamamış! Mel Gibson'un filmini izlememiş ama ondan nefret ediyor: "Bir film yaptı, İngilizleri Amerikan halkını çoluk çocuk kiliseye doldurup yakan canavarlar olarak gösterdi. Bir diğerinde İngilizler bu kez İskoç isyancılara yapmadıklarını bırakmadılar.
Mel bence şeytanın ta kendisi. Biz İngilizler yıllar boyu onun vatanı olan Avustralya'ya tüm suçlu ve katillerimizi sürüp durmadık mı?" Şöyle diyor: "Yoğun ve abartmalı dinsel yaklaşım, artık gişelerde büyük hasılat demek. Ama aynı zamanda, yapanlara belli bir suçluluk duygusu da verir, unutmayın!" Filmlerinde hep dinsel temalar işleyen sanatçıya soruyorum: Dindar mısınız? Şöyle diyor: "Evet ama büyük bir kozmik güce inanıyorum." Birçok filmiyle başta kilise çok kurumu ve kişiyi ayaklandıran Russell'a soruyorum: Siz gerçekten bir kışkırtıcı mısınız? Gözleri dalıyor ve şöyle diyor: "Hayır, ben hala Southamptonlu küçük çocuğum. Bahçemizde kocaman bir ağaç vardı ve ben ona bakıp hayaller kurardım. O ağaçta kara korsanı, Robin Hood'u, çeşitli masalları hayal ederdim. Şans yüzüme güldü, hayallerimi perdede gerçekleştirebildim. Ama kafam hala hayallerle, vizyonlarla dolu ve anlatmak istediğim çok şey var." Zor ama umalım ki onları da anlatmak fırsatını bulsun... Evet, en güzel filmlerini yeniden izlediğimiz günlerde Ken Russell'ı aramızda görmek, gerçekten hoş oldu. Teşekkürler, festival!
|