|
Entelektüel yakışıklı Ethan Hawke
|
|
Ölü Ozanlar Derneği filmindeki rolünün ardından şöhret basamaklarını hızla çıkan Ethan Hawke, aynı zamanda müzik ve edebiyat tutkunu, sıradışı bir Hollywood yıldızı
Herkes gibi ben de onu önce "Ölü Ozanlar Derneği" nin genç öğrencisi Todd Anderson olarak tanıdım. Bu filmde edebiyat hocası Robin Williams'tan aldığı hayat derslerini tüm seyircilere ulaştıran öğrenci rolü öylesine etkileyiciydi ki, film yıllardır hala anılarımızda (değil mi, sevgili Hıncal?) Ve doğrusu günün birinde Ethan Hawke'la yanyana oturup söyleşeceğimi ve resim çektireceğimi bilemezdim. Ama hayat çoğu zaman bilinmedik ve beklenmedik şeyler getiren bir sürprizler toplamı değil mi? Geçen Berlin Şenliği'nde yarışan "Before Sunrise- Günbatımından Önce" filminin ekibiyle röportaj imkanı doğunca, özellikle Ethan Hawke için bu fırsata balıklama daldım. Ve onunla, bir avuç gazetecinin katıldığı sakin ve hoş bir söyleşi yaptık. Yıldızların çoğu böyle söyleşilerde kasılır ve sonra birlikte resim çektirmeyi nezaketle reddederler. O ise içtenlikle her sorumuzu yanıtladı, resim önerimiz karşısında da hiç nazlanmadı. Ethan Green Hawke, 1970 Austin- Texas doğumlu. O doğduğunda ana-babası hala üniversitede okuyan iki gençmiş, o üç yaşındayken de boşanmışlar: Tam bir Amerikan hikayesi... Lisedeyken oyunculukla ilgilenmiş, amatör olarak tiyatro yapmış. 1985 yılında ilk filmini çekerken daha lisedeymiş...
ÖLÜ OZANLAR VE ARKASI Arkası hemen gelmiş. 1989'da, sadece iki film deneyimi olan 19 yaşındaki ve daha da genç gösteren bu genç adam, Peter Weir'in "Ölü Ozanlar Derneği" için seçilmiş. Ve filmdeki başarısıyla hızlı bir kariyere adım atmış. Üniversitede bir drama okuluna girmiş ama beş ay sonra bırakıp deneyimini doğrudan doğruya filmlerde kazanmayı yeğlemiş. Hawke, 1990'lar boyunca "White Fang- Beyaz Diş", "Mystery Date- Gizemli Randevu", "Waterland- Su Şehri", "Rich in Love- Aşk Zengini", "Reality Bites- Gerçek Acıtır", "Gattaca", "Büyük Umutlar", "Hamlet" gibi filmlerle adeta gözlerimizin önünde büyüdü. 2000'lerde ise onu "Training Day- İlk Gün", "Tape- Kaset" gibi filmlerde izledik. Önümüzdeki haftalarda ilk kez, müthiş bir korku filminde göreceğiz: "Taking Lives- Hayatın Benim". Ve film boyunca soğuk terler dökeceğiz, haberiniz olsun... Berlin'e bağımsız yönetmen Richard Linklater'in son filmi "Günbatımından Önce" için gelmişti. İlk gençliğinde dostluk kurduğu kimi insanlar, sonradan ünlü birer yönetmen olmuşlardı: Linklater ya da Bryan Singer gibi... Linklater'la "Before SunriseŞafaktan Önce", "Waking Life", "Kaset" gibi filmler yapmışlardı. "Şafaktan Önce", Viyana'da karşılaşıp kısa ama güçlü bir ilişki yaşayan iki çok genç insanın öyküsünü anlatan bağımsız lezzette çok hoş bir filmdi. Filmi sanatçıları yıllar sonra bir devam filmiyle çıkagelmişlerdi. Hawke ve Julie Delpy, 9 yıl sonra bu kez Paris'te yeniden karşılaşıp 24 saat geçiren aynı kişileri canlandırıyorlardı. Filmin senaryosuna Hawke de katılmıştı. Yazarlık onun için yeni değildi: Daha önce de yazmış, hatta "The Hottest State" adlı kitabından yarım milyon dolar para kazanmıştı!... Hızlı ve heyecanlı konuşan, entelektüel, yaratıcı bir kişi gibi gözüktü bana... Şöyle dedi: "Bu tür filmlerde en önemli şey, karakterleri iyi yaratmaktır. Böyle filmlerde karakterler hikayenin kendisidir." Hawke, bana büyük bütçeli filmlerle küçük, bağımsız yapımları art arda yapmayı çok sevdiğini söyledi: "Profesyonel olabilmek için amatör olmaya ve kalmaya gayret ediyorum. Hollywood'un özellikle son dönemde tek bir ahlaki ilkesi var: Para, daha çok para... Bu açıdan artık sadece eğlenceye dönük filmler yapılıyor... Bu kısır döngüye girmemeye ve yalnızca istediğim, hoşlandığım işleri yapmaya çalışıyorum."
THURMAN VE ÖTESİ Başarının tek bir sırrı vardı ona göre; bir işe tüm yüreğinle, benliğinle girmek ve yaptığını en etkileyici hale getirmek... Aktörlüğü çılgınlık, aktörün hayatını delilik olarak görüyordu. Dinlenmeyi ise müzikte buluyordu: Amatör biçimde yaparak ve de bol bol dinleyerek... Ama en önem verdiği şey, istediği, ihtiyacı olduğu anda her şeyi bırakıp kaçmak ve özgür olabilmekti. Örneğin bir süre önce, Anthony Hopkins'in karşısında oynayacağı "Kızıl Ejder" filmindeki rolünü 'tatile ihtiyacı olduğu için' reddetmiş, yerine Edward Norton gelmişti. Hawke, sinemanın dışındaki tüm sanatlara da ilgi duyduğunu, gençliğinde asıl amacının yazar olmak olduğunu söylüyordu. Sanat ona göre dünyada bir insanın ilgi duyabileceği en soylu ve yüceltici alandı. Richard Linklater'in nerdeyse deneysel sayılabilecek filmlerinden, örneğin "Kaset"ten hemen hemen para almadığını ama duyduğu tatminin her şeyin ötesinde olduğunu belirtiyordu. Hawke'a elbette özel sorular sormadık. Bu bir magazin söyleşisi değildi. Ama yine de sorabilmek isterdim; 1988 yılında evlendiği Uma Thurman'ı evliliğe ikna etmek için en az iki kere teklif götürdüğü doğru muydu? İki çocukları olan çift, son dönemde niye boşanmak için mahkemeye başvurmuşlardı? Günümüz Hollywod'unda evli çiftlerin, özelikle ikisi de ünlü olanların mutlu ve dengeli bir evlilik yapıp yürütmesi gerçekten zor, hatta imkansız mıydı? Ama toplantının niteliği bu sorulara elvermiyordu. Ben tüm bu olgulara not düşüyorum ama yanıtlarını sizlere sunamıyorum. Hawke, bugün artık olgunluk çağında, 35. yaşının içinde bulunan bir Amerikan sanatçısı. Filmlerine bakınca çok dikkatli seçim yaptığı, kişisel bir filmden sonra mutlaka bir kitle filmi yaparak sistemle arasını bozmamaya çalıştığı belli oluyor. Örneğin, Berlin'de yarışan çok düzeyli "Günbatımından Sonra" ve yakında izleyeceğimiz "Hayatın Benim" filmlerinden sonra, "Assault on Precinct 12", "Lord of War" ve "Billy Dead" sırada. Hepsi büyük projelere dayanan bu filmler arasına yine küçük ve sade başyapıtlar girerse, hiç şaşmayacağım...
|