Barış Gözleri
Ailesi 26 yaşında hayata veda eden Barış'ın gözlerini bağışlayarak acılarını biraz olsun dindirmeyi başardı.. Ölümün yakışmadığı aydınlık gözleri artık bir başka bedende dünyaya bakmaya devam edecek
Henüz hayatının başındaydı. Üniversite diplomasını eline yeni almış, iş hayatına atılmak için askerlik görevini tamamlamaya karar vermişti. Arkadaşlarıyla vedalaşmak için buluştuğu gece kulübünde tanığı olmayan adi bir cinayete kurban gitti. Bir sabah gazetelerde gördüğümüz o gülen yüzüne ölüm yakıştırılamadı.
Anne Babasının Kaleminden Ailesi ve arkadaşlarının gözbebeği olan Barış Dönmez artık yeni bir bedende yaşayacak. Ölümünün ardından gözlerini bağışlayan ailesinin en büyük tesellisi de bu. Biricik oğullarının 26 yıldır görmeye doyamadıkları gözleri ölümsüz artık. Ailesi, Barış'ın doğumundan son gününe kadarki yaşamını kendi sözcükleriyle aktardı.
Bir arkadaşının yıllığına yazdığı gibi Barış'ın yüzünde hep bir gülümseme vardı. Ondaki şeytan tüyüne karşı koyup "hayır" demek imkansızdı
Barış'ın En Sevdiği Dizeler Bizi esir ettiler, Bizi hapse attılar Beni duvarların içinde, eni duvarların dışında. Ufak iş bizimkisi, Asıl en kötüsü Bilerek, bilmeyerek
Hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması... İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş, Namuslu, çalışkan, iyi insanlar Ve seni sevdiğim kadar sevilmeye layık... Nazım Hikmet 26 Eylül 1945, "Piraye'ye Mektuplar"
*** Barış'ın gözleri hayata gülmeye devam edecek
Uğradığı saldırı sonucu 13 Nisan'da hayata veda eden 26 yaşındaki Barış Dönmez'in ölümünün ardındaki sır perdesi hala aydınlanmadı. Ama gözleri artık bir başkasının dünyasını aydınlatıyor. Ailesi kendi kaleminden oğullarının hayatını aktardı
Bir çift gülen göz. Nasıl da güzel parlıyor, nasıl da güzel bakıyor... İki hafta önce askere gitmeden önce arkadaşlarıyla son kez beraber olmak için buluştuğu Akademi 14'te bir cinayete kurban giden Barış Dönmez'in ardından akıllarda kalan tek şey bu bence: Gülen bir çift göz! Belki bu kadar güzel bakmasaydı, gözleriyle bize "Hayatı çok seviyorum" diye haykırmasaydı, kimsenin yüreğinde bu denli iz bırakmayacaktı Barış'ın ölümü. Ama olmadı, kimse bu ölüme kayıtsız kalamadı. Şimdi herkes birbirine aynı soruyu soruyor: "Barış'ı kim, neden öldürdü?" Savcı, cinayetin bir kız meselesi yüzünden işlendiği ihtimalinin üzerinde duruyor, kimileri de borç-alacak meselesi olduğunu iddia ediyor... Bunların hiçbirinin gerçekten bir önemi yok artık. 26 yaşında, ışıl ışıl bakan, hayata tutkuyla bağlı, yaşayacağı daha nice güzellikler olan gencecik bir çocuk, yitip gittikten sonra... Yalnızca şu sorulabilir belki: "Neden bu kadar erken?" Barış Dönmez'in anne ve babası Ayla-Zeki Dönmez'in beynini de aynı soru yiyip bitiriyor kuşkusuz şu aralar. Öyledir ya, kimse ölümü yakıştırmaz kendinden, canından birine. Üstelik, bu kadar zamansız ve haksız bir ölümü. Söylenecek herhangi bir söz de onların acısını dindiremez. Ne katilin kim olduğu, ne de cinayetin gerçek sebebi. Onlar da şimdi öylece suskun, oğullarının fotoğraflarına, ondan kalan hatıralara bakarak acılarını içlerine akıtıyor. Peki gerçekte nasıl bir çocuktu Barış? Ailesi Barış'ın doğduğu günü, çocukluğunu, ne denli duyarlı ve herkes tarafından sevilen bir genç olduğunu şu satırlarla anlatıyor: "Yıl 1978, aylardan Eylül. İstanbul'da Dünya Barış Konseyi toplanmış silahsızlanmayı tartışıyordu. Bu toplantı ve tartışmaların sürdüğü sırada, 3 Eylül 1978 günü Barış doğdu. Konsey toplantısında olan dayısına haber verildi ve Dünya Barış Konseyi Başkanı Sayın Kirnova "Dostlar,
Barış Doğdu!" diyerek bu haberi katılımcılara duyurdu. Tüm salon Barış'ın doğuşunu ayakta alkışlayarak karşıladı. Barış paylaşmayı, dayanışmayı seven bir çocuktu. 1981 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nin yuvasına başladı. O yıllarda öğrendiği ve oynadığı La Fontane'in "Ağustos Böceği ve Karınca" öyküsünde karıncanın ağustos böceğine yiyecek vermemesine, paylaşmamasına çok üzülmüştü, karıncalara kızmaya başlamıştı. Kişiliğinin gelişiminde önyargı, adalet ve haklar gibi değerlerin olumlu ve olumsuz kullanılışına ilişkin bilgilenmeleri ve deneyimleri onu bu kavramlara duyarlı hale getirdi. Ön yargılı tutumlara tepki duyması temel özelliği haline geldi. Hatta yine yuva yıllarında oyunlaştırıp oynadıkları, Yalvaç Ural'ın "La Fontaine Orman Mahkemesinde" adlı öykü bu gelişiminde etkili olmuş, unutamadığı bir yapıttı.
Yüzünde 'Gülmek' Vardı 1984 yılında ise, Çapa İlkokulu'nda eğitim, öğretim yaşamı başladı. O yıllarda Galatasaray Yüzme Okulu'na da devam etti. Doğa sevgisini yüzme sporu ile birleştirerek yaşamının özelliği haline getirdi. 1989 da Kültür Koleji'ne girdi. O ilk gençlik yıllarındaki spora olan ilgisi daha çok basketbola yönelikti. Başarılı olduğu spor dalı basketbol onun için çok önemliydi. Okul takımına girmek için yapılan seçmeler sırasında ayak bileğinde lif kopmuş ve alçıya alınmıştı. Takıma alınmaması büyük şanssızlık, onun için büyük üzüntü kaynağı olmuştu. Liseye geldiğinde yetişkinliğe atılan ilk adımların heyecanı ince uzun yüzünde açık seçik okunan, uzun boylu, Commodore 64 ile başlayıp Amiga 500 ile kanına işleyen bilgisayar tutkusu nedeniyle artık klavye tuşlarına göre köşeleşmiş parmaklarıyla Barış, heyecanlı, meraklı ve tüm kendine inanan gençler gibi değiştirebilmeye inanan bir delikanlıydı. Bir gün bir arkadaşına o güzeller güzeli gülüşü ve ışıl ışıl gözleriyle "Biz bir öğrenci birliği kurmalıyız" dedi. Sonra aldı bir telaş... Kendileriyle ilgili verilen kararlara katılabilmek için, okulların en temel öğesinin gençler olduğunu ve dolayısıyla en önemli belirleyenin de onlar olması gerektiği düşüncesinden hareketle çalışmaya başladılar. Tüm örnek yönergeler incelendi, bir yönerge tasarısı hazırlandı, okul yöneticileriyle toplantılar yapıldı ve tüm bu çabalar sonuçsuz kalmadı, o yıl Öğrenci Birliği kuruldu. Böylelikle Barış ilk kez demokratik mücadeleye katılmanın heyecanını ve mutluluğunu yasadı. Barış henüz lisedeyken okur, araştırmalar yapar, tüm oyunları görmeye çalışır, konserleri takip ederdi. Yaptığı ödevleri önemli sosyal konulardan seçerdi. "Geçmişten bugüne Türkçülük Akımları" gibi. Farklıydı, pırıl pırıldı. O ve dostları Öğrenci Birliği'nin dışında bir okul radyosu ve gazetesi kurmaya çalıştılar, kısmen de başarılı oldular. Bu "politik" çabalarının yanı sıra, Kültür Eğitim Vakfı'nda çalışarak hem cep harçlığını kazanır hem de Türk ve yabancı çok sayıda sanatçıyı yakından tanıma ve izleme fırsatının tadını çıkarırdı. Hep koşturmaktan nefes alamayacak kadar çok şey yapmak isterdi ve gerçekten de buna uygun bir lise hayatı yaşadı. Arkadaşlarıyla birlikte pamuk şekerli, palyaçolu, gelirlerinin güzel amaçlar için kullanıldığı okul şenliklerinden, seminerlere, yardım kampanyalarından, söyleşilere çok sayıda etkinlik gerçekleştirdiler. İlkleri denemekten hiç çekinmediler, genç ve ısrarcıydılar. Bir de Barış'ta şeytan tüyü vardı, ona "hayır" demek, hele hele istemediği bir şeyi kabul ettirmek çok zordu. O, Nazım Hikmet'in en sevdiği; Ufak iş bizimkisi asıl en kötüsü bilerek bilmeyerek, hapishaneyi insanın kendi içinde taşıması... dizelerine yürekten inanırdı. Ve dilinden de düşürmezdi. Bir arkadaşının yıllığına yazdığı gibi Barış'ın yüzünde 'gülmek' vardı."
Gözleri Bağışlandı Barış Dönmez 1998 yılında Bilgi Üniversitesi'ne girdi. Hayatının odağı bilgisayar tutkusu ile örtüşen İletişim Fakültesi Görsel Tasarım Bölümü'nde okumaktan çok mutluydu. Mezun olduktan sonra amacı askerlik görevini de en kısa sürede tamamlamak ve mesleğinde ilerlemekti. Bu yolda ilk adımını attı, askerlik için karar aldırdı. Ama arkası gelmedi... Ailesi Barış'ı yaşatabilmek için yapabileceği en güzel şeyi yaptı birkaç gün önce. Bize yaşamın ne denli güzel ve bir o kadar da acımasız olduğunu hatırlatan gözlerini, bir başkasına bağışladı. Evet, Barış Dönmez belki bedeniyle aramızda olmayacak artık, ama bir başka bedende ışıl ışıl gözleriyle hayata gülmeye devam edecek!
İlknur
Kızıltoprak
|