Merkezde derinleşen Türkiye
Türkiye'nin stratejik olarak Soğuk Savaş döneminde "kanat ülke", olduğu, Soğuk Savaş'ın sona ermesine bağlı olarak "merkez ülke" konumuna geçtiğine dair genel-geçer bir analize pek sık rastlanır. Bir analizden çok yorumdur bu aslında ama zamanla bir analiz şeması gibi kullanılmaya başlanmıştır.
Bu analiz şeması çeşitli şekillerde içeriklendirilmiştir; Batı Bloku ile Sovyet Bloku arasındaki en stratejik temas noktası olması, "cephe ülkesi" tanımlamasını öne çıkarmıştır. Sovyet Bloku'nun dağılmasına bağlı olarak ortaya çıkan tablo içindeki yerinin de "merkez ülke" olduğu ifade edilmiştir. Yazıya girerken dediğimiz gibi, bu, çok genel-geçer bir değerlendirmedir...
***
Bugün açısından baktığımızda ise, Türkiye'nin yukarıdaki değerlendirme şemasının dışında ve çok üstünde bir konumla "merkez ülke" olarak tanımlanması işlevseldir. Türkiye'nin öneminden bahsederken, sadece jeo-politik konumuna bakılarak yapılan değerlendirmenin de ötesinde bir konumdur bu...
Türkiye, "jeo-politik" konumundan aldığı stratejik değerleri ile öne çıkarılmaktadır analizlerde; fakat stratejik değeri bundan ibaret değildir. Buna ek olarak son zamanlarda enerji, su ve başka koridorların kesişme noktası olarak öne çıkan "jeo-ekonomik" konumu da Türkiye'nin stratejik avantajlarını açıklamaya tek başına yetmez. Bu avantajlara bağlı olarak varolan değeri "billurlaştıran" dinamik, Türkiye'nin "siyasi omurgası"dır. Sert bir bölgenin tam ortasında bir "Cumhuriyet" olarak varolması, Türkiye'nin "siyasal genetiği"nin en önemli unsurudur. Etrafımızdaki istikrarsızlıkların esasını gerçek "Cumhuriyet" kavramı ile sorunlu rejimlerin varlığı oluşturmaktadır. Cumhuriyet kavramı ile sorunlu rejimlerin çağdaş düzenden yoksunluk bir yana, aynı zamanda iç dinamikler açısından sayısız "fay kırığı" ile yaşamak zorunda oldukları görülmektedir.
Öte yandan "laiklik" kavramı ile Türkiye'nin bir toplumsal barış yöntemini tesis etmesinin yanı sıra, aynı zamanda bir "stratejik üstünlük" ürettiği de görülmektedir. Dünyanın her yerinde, ama en çok da çevremizde "laiklik" prensibi ile doğrudan tanışıklığı olmayan siyasal düzenlerin toplumsal barışı koruyamadıkları gibi, bundan kaynaklanan ve çok daha başka sebeplerle "stratejik zaaf"larla yüklü hale geldikleri görülmektedir.
"Siyasal genetiği"nin diğer bir önemli unsuru olarak omurgasını oluşturan "demokrasi", siyasal düzenin "toplumsal mutabakat"a dayalı olarak işlemesi ve Türkiye'nin kendi geleceğini "yerli değerler" ile "dünyalılık" arasında doğru bağlantılar kurarak üretme yeteneğine sahip olması bakımından büyük bir stratejik avantaj elde etmesini sağlamaktadır. Bu siyasi değerleri vasıtasıyla Türkiye, hem "sürekliliği" olan sağlam bir "zemin"e sahip olmaktadır, hem de değişen koşullara uygun olarak "değişim" dinamiklerini doğru yönetebilmektedir. Sağlam bir zemine sahip olmayan, sağlam bir zemine sahip olmak adına cumhuriyet, demokrasi ve laiklik kavramlarıyla sorunlu olan rejimlerin, böylece değişimin dışında kaldıkları bir bölgede, Türkiye'nin özellikleri çok daha önemli hale gelmiştir.
***
Batı ile Doğu arasındaki stratejik geçiş noktası olarak Türkiye, "siyasal genetiği" ile her türlü stratejik ve siyasi merkez tanımının "odağında" yer almaktadır. Bu bakımdan ister Batı sisteminin "stratejik haritası" içinden bakılsın, isterse çevresini de içeren "Büyük Ortadoğu" bölgesi temelinde bakılsın, Türkiye'nin "geçici" merkez tanımlarının ötesine ulaşan bir üstünlükle her türlü merkez tanımının vazgeçilmez unsuru olduğu görülmektedir.
Bu nedenlerle Türkiye, "merkez ülke" tanımının çok ötesine geçmekte ve "merkezde derinleşen" bir rol üretiminin temeli haline gelmektedir. "Küresel stratejik merkez"e dair tüm tanımların nesnesi değil "özne"sidir. Ve, kendi değerleri ile "değişim" arasındaki "siyasal diyalektiği" koruduğu sürece merkezde daha da "derinleşecektir". Bu yazı, müstakil bir yazı olarak da okunabilir, "Büyük Ortadoğu" yazılarımıza ek olarak da...
|