kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
23 Aralık 2008, Salı
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Ya başbakanlar da "Battık, bittik" diye konuşsalardı...

Dün bu sütunda "Başbakanlara ve patronlara gerçekleri söylemek kolay değildir" içerikli bir yazı yazmıştım.
Yıllardır tanıdığım ve görüşlerine değer verdiğim ve şimdi önemli bir görevde bulunan bir siyasetçi aradı.
Şöyle dedi özetle:
- Doğrudur yazdıklarınız. Başbakanlara gerçekleri söylemek kolay değildir. Ama acaba başbakanların topluma gerçekleri söylemeleri ne kadar kolaydır?
Somut örnek de verdi.
- İçinde bulunulan global ekonomik krizin Türkiye'yi etkilememesi tabii ki mümkün değil. Bunu artık sokaktaki çocuk bile bilirken, Başbakan Erdoğan'ın bunu bilmemesi ve görmemesi mümkün mü? Ama Başbakan Erdoğan da bazı işadamları veya muhalefet liderleri gibi, "Battık, bittik, yolun sonu geldi" doğrultusunda açıklamalar yaparsa, piyasalarda doğacak paniğin çapını hesap edebiliyor musunuz?
Ben sordum:
- Peki "Bize bir şey olmaz" demesi ne kadar doğrudur Başbakan'ın?
- Bence siz gazetecilerin söylenen sözler kadar alınan önlemleri de izleyip değerlendirmeniz gerekiyor. Global krizin patlak verdiği andan itibaren, destekler, faizler, vergi kolaylıklar gibi konularda hemen her gün yeni kararlar alınıyor. Bu arada Başbakan da piyasanın moralini yüksek tutmak için bir şeyler söylüyor. Hangi siyasetçi iktidarda olsa böyle yapardı. Geçmişi hatırlayın. Türkiye'nin gerçekten bunalıma girdiği ekonomik krizlerde bile, o dönemlerin başbakanlarının ağlayıp, sızlandıklarını hatırlıyor musunuz?
Bu önemli siyasetçi ile diyalogumuz böyle sürdü gitti.
Örneğin 1984 yazında PKK'nın ilk büyük eylemi olan Eruh baskınında Başbakan olan Turgut Özal'ın tatilini kesmemesini ve olayı önemsizmiş gibi değerlendirmesini de hatırladık.

Özal ve Eruh baskını
Şöyle dedi geçmişte Özal'la da birlikte çalışmış olan siyasetçi:
- Turgut Özal Eruh baskınını çok önemsedi. O günden başlayarak alınan kararlarla, bugün teröristlere karşı kullandığımız savaş araç ve gereçlerine sahip olduk. Kendi uçağımızı, zırhlı aracımızı yapar hale geldik. Saldırı helikopterleri alındı. Savunma Fonu kuruldu. 1974 Kıbrıs Harekatı'nda savaş uçaklarımızın yedek lastiği olmadığı için bunları Kaddafi'den istemiştik. Özal'ın reformları sayesinde bugün Türk Silahlı Kuvvetleri kimseye muhtaç olmadan ve kaynak sıkıntısı çekmeden ülkeyi ve sınırları koruma görevini yapıyor. Kısacası Özal Eruh baskınını "battık, bittik" diyerek değil, bölücü teröre karşı Silahlı Kuvvetleri güçlendirecek önlemleri alarak değerlendirdi.
Bu siyasetçinin sözlerinde büyük doğrular bulunduğunu inkâr etmek tabii ki mümkün değil.
Ancak muhalefetteki siyasetçilerin de, gazetecilerin de, iktidardaki siyasetçilerin yerlerine kendilerini koyup empati denemeleri yapmaları aynı şekilde pek mümkün değil.
Demokrasi böyle bir düzen işte.
İktidarda bulunanlar sorumluluklarının gereğini yapacaklar.
Muhalefettekiler de iktidarın sorumsuz ve başarısız olduğunu söyleyecekler.
Sonunda kararı seçmen verecek.

Gece külahlı gündüz silahlı
Fakat nasıl taç giyen baş akıllanmak zorundaysa, sorumluluk yüklenenler de bunun gereklerine uymak zorundadır.
Bu sivillikte de askerlikte de böyle değil midir?
Muvazzaflıkta Silahlı Kuvvetler'in NATO'ya uyumu ve Amerika ile Stratejik İttifak'ın kurumsallaşması için çalışan generallerin emekliliklerinde 3'üncü Dünyacı ve anti-Amerikan akımların sözcüleri olmaları veya Amerikan İttifakı'nın çerçevesini oluşturan ünlü diplomatların emekliliklerinde siyasete girince "Bağımsızlığımız elden gidiyor" içerikli açıklamalar yapmaları, alışılmış davranışlar değil midir?
Bu açıdan konuşanları dinlerken konumlarını da mutlaka göz önüne alın.
Muhalefetteki siyasetçinin iktidardaki siyasetçiden çok farklı olduğunu hep görürsünüz.