kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
28 Eylül 2008, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak
 
24 Saat
24 Saat
Prof. İskender Pala, İslam ve estetik ilişkisini yorumlarken, ortak geçmişi iyi tahlil etmemiz gerektiği saptamasını yapıyor.

Sanatı bilen islamdan, islamı bilen sanattan uzak

EVRİM ALTUĞ
27.09.2008
Yazar, şair, araştırmacı ve öğretim üyesi iskender Pala, islam ve Estetik konusuna Batı'dan bir örnekle katılırken "Belki biz, 500 yıl geriye dönüp, Endülüs'teki hoşgörü ortamını sa¤lamadan, zengin bir islam estetiğinden söz edemeyiz," diyor. Pala, bu örnekle 'kültürlerarası müsamaha'ya umutla işaret ediyor..
Edebiyatçı ve edebiyat araştırmacısı, İstanbul Kültür Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Zaman gazetesi köşe yazarı Prof. İskender Pala, "İslam ve Estetik" konulu tartışma dizimizin en son sürpriz konuğu oldu. Tartışmamıza okurlardan yönelen ilgi üzerine kapısını çaldığımız Prof. Dr. Pala, İslam ve estetik meselesini bayram arifesinde anlatırken, Evliya Çelebi'den klasik müziğe ve İspanya'ya uzanan geniş ve umutlu bir perspektif çizdi. Pala bu sırada, geleceğe bakmak için geçmişi de çok iyi anlamak gerektiğini bizlere bir daha anımsatarak, İspanya'nın Endülüs macerasının İslam ve estetik ilişkisi adına çok önemli bir örnek olarak önümüzde durduğunu anlattı ve bize şu uyarıda bulundu: "İslamı bilenler sanattan, sanatı bilenler ise İslamdan uzaklar."

- Sabah Pazar olarak, bir süredir Murat Belge, Hasan Bülent Kahraman, Hilmi Yavuz ve Beşir Ayvazoğlu gibi aydınlar ile, İslam ve estetik kelimelerinin 85 yaşındaki modern ve laik Türkiye Cumhuriyeti'nde nasıl bir araya getirilmekte olduğunu konuşmaktayız. Siz bu meseleyi nasıl yorumluyorsunuz?
- İslam, tabiatta var olanın daha mükemmel halde insan ruhuna yansıtılmasını esas alan; bu alanda estetik boyutu kendine mesele edinmiş bir din olarak karşımızda duruyor; fakat zaman içinde dindarlardaki eksiklik sebebiyle, birtakım çözülmeler oluşuyor. Son 80-100, hatta 150 yılı temel alarak konuşmak gerekirse, belki de İslamı temsil eden o kesimin kendilerine has bir burjuvaziden uzak kalmaları ve daha sonraları giderek daha da fakirleşmenin getirdiği sorunlarla köylüleşmek adına, bu zengin değerlerden uzaklaşmaları sebebiyle belki de estetik diye bir kaygılarının özellikle son 20-30 yıla baktığımızda hiç kalmadığını görürüz. Bunun başlıca sebebi, ayakta durabilmek, var olabilmek ve kendileri olabilmek mücadelesini tamamen maddi boyutta yürütmek olarak görünüyor bana. Öyle ki, karnını doyuracak, bir şeyler başaracak, toplum içinde kabul edilmiş bir kimlikle var olma mücadelesi verecek ve üstelik de dışlanmışlık psikolojisini bir müddet içinde taşıyarak bunu yapacak.

- Yani insanların ihtiyaç sıralamalarında bir değişiklik var ve söz konusu çözülmenin, eksilmenin temelinde de bu mu yatıyor?
- Kulvarlar değişince, sıralamalar da değişiyor. Özellikle İslamı temsil eden Müslüman kesimin -ki bu kesimi dindar kesimden ayırıyorum- algılayıp yaşadığı Müslümanlık ile İslamiyet arasında bir sıkıntı yaşadığı görülüyor. Yani İslamiyetin getirdiği o yüksek medeniyet birikimi ve bakışını, Müslümanlar kaybetti. Bu, şuna benziyor; bir bilgisayar programı var. Program mükemmel ama kullanıcısı acemi ya da yetersiz. Böyle olunca program da kendiliğinden atıl vaziyete düşüyor. Ve böylece ondan belki daha kötü bir program onun önünde görünebiliyor...

-Bu durum geçmişten bu yana, bugünkü manzaraya nasıl aksediyor?
- Bana göre İslam estetiğinde, vaktiyle iki şey esas konumdaydı. Bunlardan biri minimize etmek, diğeri ise stilize etmekti. Minimize etmek, ister istemez, tabiatta var olan bir şeyin daha az söz ve renk ile görüntüyle, orijinalinden farklı biçimde algılanmasını sağlamaya yönelikti. Bu, Ortaçağ İslam sanatçısını şöyle düşünmeye sevk etti: "Ben tabiatta zaten var olan, yaratıcının yarattığı bir şeyi neden birebir taklit edeyim ki? Eğer ben böyle bir taklitte bulunursam bunun neresi sanat olabilir? Ben insani bakış açımla, bir kul olarak, yaratıcının ortaya koyduğunu nasıl farklı görebilirim? Onun zenginlikleri veya farklılıklarının başkalarına yansımasını nasıl sağlayabilirim?" İşte bu durum, eski Mısır'da da vardı. Örneğin resimlerin tek yüzlü, perspektiften uzak minyatüre yakın görüntüsü de böyleydi. Böylece, gerek renklerle ilgili sanatlar, gerek söz sanatları, bunlara bağlı olarak da, el sanatları daha minimize hale dönüşmeye başladı. İslam sanatlarının pek çoğunu, mimari dışında bu tür yoğunlaşmış, küçültülmüş alanlarda görürüz. Mesela bir beyit, şiirin özü ve esasıdır. Ne söyleyecekseniz, bir beyit içerisinde söylemek zorundasınız. Beyitler kendi içinde bir bütündür ve bazen, sanatçı uzun manzumeler içinde bile, uzun bir Batılı roman konusunu beytin içine sıkıştırmak zorunda kalır. İşte böyle bir davranış, İslam estetiğine bir sıfat veya boya gibi sindirilmişken, son yüzyıllara gelinirken, sözdeki, mimarideki ustalıkları yitirirken, hatta 'yağ satarım, bal satarım, ustam öldü ben satarım' deyişinin kabul görmesi, insanları yozlaştırmaya başladı. Halbuki ustası ölünce, ustasının sattığını değil, daha iyisini satmak zorunda olduğunun farkına varamadı. Bu, tabii sadece sanat alanındaki gelişmenin yozlaşması değil, aynı zamanda devletin, ekonominin de güçten düşmesi ve zayıflamasıyla paralel bir alandı.

- Tarihsel bir örnek verir misiniz?
- Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde şu anlatılır: Bitlis Han'ı Abdal Han'ı tenkil için Hafız Ahmed Paşa ordusuyla gönderildiğinde, bölgede bir savaş yaşanıyor. Savaş alanında Bitlis Hanı'nın ganimetleri ele geçiriliyor ve bu ganimetler, savaş mezatı yapılarak ordu içinde satılmaya başlanıyor. Satılacaklar arasında kılıçlar, murassa hançerler ve güzel haliçeler, yemek kitapları olduğu gibi, el yazması kitaplar da bulunuyor. Bunların satılığa çıkarılması esnasında, içinde minyatür bulunan el yazmaları yüksek fiyatlarla alıcı buluyor. Ama bu kişilerden biri, yazmalara eşlik eden minyatürlerin bazılarının İslama aykırı, bazılarının ise müstehcen olduğu iddiasıyla, bunları silmeye başlıyor. Bilirsiniz, eskiden sayfalar aher ile düzlendiğinen, su veya tükürük ile silinmeleri daha kolay olurdu. "Peki niye siliyorsun?" denildiğinde, o şahıs 'İslama mugayirdir' cümlesini sarfediyordu. Bunun karşılığında, Hafız Ahmed Paşa, "Sen bu sanatçının yaptığını nasıl karalar ve bunu İslama nasıl mugayir görürsün?" diye, bu adamı cezalandırıyor ve rütbelerini sökerek, ordudan ihraç ediyor. Şimdi çok müstehcen resimlerden tutun, sözün değerini artırmak için hikâyeleri resmeden bir gelenekten söz ediyoruz burada.