kapat
E-gazete
|
Hava Durumu
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
English
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
7 Eylül 2008, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak
 
24 Saat
24 Saat
Yalnızlık ve huzur, mutluluk getirir mi? Parker Posey'nin canlandırdığı Nora, mutsuz. Onu huzura kavuşturacak şey ise sadece meditasyon olmasa gerek.

'30'larında bir kadın'

YEŞİM TABAK
Giriş Saati : 05.09.2008 23:19
Güncelleme : 06.09.2008 17:22
Cuma günü gösterime giren Aşkın ingilizcesi, sevgi arayışına sıradan bir gözle baktığı halde, Hollywood klişelerinden sıyrılmayı 'deniyor'..
Aşkın ingilizcesi, ayaklarını yere basa basa yol alırken, yerde ne bulacağını bilemeyip finale doğru birden 'büyü'ye inanmaya karar veren bir drama. Tabii onca süre boyunca gerçekçi olmanın kasvetli dezavantajlarını 'yiğitçe' göğüslediği için, sonunda murada erenler şerefine bile olsa, havai fişekler patlatmıyor; hayatın parıltısız tarafında durmayı sürdürüyor. Hal böyleyken filmin mucize eseri finalinden ne anlam çıkarmamız gerektiği ise belirsiz. Yazaryönetmen Zoe Cassavetes, yalnızlar adına Hollywood iyimserliğine ve Sex & The City parlaklığına pabuç bırakmamayı deneyip, nihayetinde daha elle tutulur bir çıkış yolu da bulamamış. Aşkın İngilizcesi, beyaz atlar ve prensler hakkındaki hikâyenin havası söndürülerek tatsızlaştırılmış hali.

TADINI ÇIKARMAMIZA İZİN VERSEYDİ
İlk sahnede filmin kahramanı Nora Wilder (Parker Posey) iki kadeh şarap eşliğinde bir gece daveti için süslenip püslenirken, görüntülere hayli hüzünlü bir müzik eşlik ediyor. Nora belli ki mutsuz ve yorgun bir bekar. Sosyal baskı sayesinde kendini sadece mutsuz değil, bir miktar da ucube hissediyor ve sürekli yalnızlığından bahsediyor. Ancak Cassavetes'in derdi, saplantılı bir yalnızlık psikolojisini enine boyuna incelemek sayılmaz. Zira Aşkın İngilizcesi, kahramanını, nicedir dillerden düşmeyen '30'lu yaşlarında, iş güç sahibi, yalnız kadınlar' çerçevesinde ele almaya daha meraklı. Finaliyle de muhabbete o noktadan katıldığının altını çiziyor. Başına buyrukluğu ve yalnızlığıyla birlikte anılan genç kadınlar hakkında en tutucu ve hain filmlerden biri, Looking for Mr. Goodbar (1977) geçen ay Digiturk'te gösterildi. Filmde, gecelerini "Çirkin erkek yoktur, az içki vardır," diyerek hedonizme adayan Theresa rolündeki Diane Keaton'ın gözlerinde, karşısına çıkan bütün tatsızlıklara rağmen 70'lerin yeni özgürlük ortamının ışıltısı var. Üstelik aşksızlık sebebiyle yerlerde de sürünmüyor. Gelgelelim, metroya binmesini engelleyen çatık kaşlı rahibenin önceden sezdirdiği üzere, Dario Argento filmlerine layık bir şekilde katledilmekten kurtulamıyor. Kısacası, cezalandırıcı kolektif bilincin tatmin olduğu anda son buluyor film. 70'lerin ahlaki cüretkarlığı kısmen yeni normallere dönüştüğü, kısmen törpülenip gittiği için, şimdilerde Looking for Mr. Goodbar düzeyinde saldırgan filmlere rastlanmıyor tabii. Artık 'şehirli yalnız kadınlar'ın yalnızlıklarıyla ne yaptıklarıyla daha kadınca biçimde ilgilenen filmler, diziler devrindeyiz. Aşkın İngilizcesi, sözümona bu kategoriye daha sahici bir yerden dahil olmayı istemesinden ve 'bağımsız film gururu'ndan olsa gerek, aşk saplantılı kadın muhabbetinin eğlenceli tarafına hiç yanaşmadan Nora'nın hikayesini baştan sona kasvetli bir tonda anlatmış. Sonunda madem masala bağlayacaktı, en azından tadını çıkarmamıza izin verseydi.
Haberin fotoğrafları