Halk patlarsa derin devlet güçlenir
Org. Büyükanıt'ın konuşması neden önemli
Org. Yaşar Büyükanıt'ın "Güneydoğu yıllarını" iyi biliyoruz. Diyarbakırspor maçlarına giderdi. Tribünler "Yaşar Baba" diye bağırırdı. Beldeye, köye, mezraya giderdi. Halk "Baba" diye eline sarılırdı. Görev yaptığı dönem "PKK'nın gemi azıya aldığı" dönemdi. Org. Büyükanıt "yerinde durmayan, kabına sığmayan, sürekli arazide olan" bir askerdi.
Ve Org. Yaşar Büyükanıt konuştu. "Neden" konuştu? Demirel kendisini "iyi tanıyor." "Çok eskiden... Alt rütbelerden" beri izliyor. Efendim, Org. Büyükanıt neden konuştu? - Devletin organları var, siyasi iktidarı da var, herkesin Anayasa'da belirlenen yeri var.... Herkes bu yerde durmalı... Kara Kuvvetleri Komutanı niçin konuşuyor?.. Org. Büyükanıt'ın konuşmasına olan itirazlar doğrudur... Konuşsun efendim demek mümkün değildir... Önce bu itirazları kabulleneceksin ve sonra da düşüneceksin. Neyi? Demirel sustu. "Düşünüyorum, sen de düşün" dercesine.
CEMAL GÜRSEL Sayın Demirel, neyi düşünmek lazım? - Konuşmasın tamam da... Şunu unutmayacaksın... Konuşan bu ülkenin Kara Kuvvetleri Komutanı'dır... Geçmişte de bunun birtakım izlerinin olduğunu bileceksin. Yani? - Bunun Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Cemal Gürsel'den başlayarak gelen birtakım izleri var... Cemal Gürsel de konuşmuştu... Dünü sakın unutma...
MEKTUP Org. Cemal Gürsel ve "sonraki izler" bu yazının konusu değil. Ama sadece bir anımsatma: Bayar Cumhurbaşkanı, Menderes Başbakan'dı. 27 Mayıs 1960 öncesiydi ve Türkiye'de huzursuzluk vardı, öğrenciler sokaktaydı. Org. Cemal Gürsel (daha sonra 27 Mayıs İhtilali'nin lideri oldu, 1961'de de Cumhurbaşkanı seçildi), Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a "siyasi içerikli" bir mektup yazmıştı.
ÖYLE Mİ ACABA
Ve dönelim yine sohbetimize. Demirel: - Bu Kara Kuvvetleri Komutanı ne diyor?.. Ona bir bakın... Konuşmanın içeriğine dikkat edin... Eğer dediği şeyler "efendim konuşmasa da olur, ne gerek vardı, ona ne" denecek cinsten şeylerse, mesele yok... Ama durum öyle mi acaba?
SORULAR...
Süleyman bey: - Durum farklı bir durum... Komutana "sen ne konuşuyorsun arkadaş" dediğiniz yerde, o önemli bir şey söylüyor... "Devletin Irak politikası yoktur" diyor... Anında "vardır" diyeceksiniz... "Devletin bir Kıbrıs politikası yoktur" diyor... Hemen "vardır" diyeceksiniz... Ve "politika şudur" diye göstereceksiniz... Bunları diyebiliyor musunuz?
IRAK'TA SÖZ KİMDE?
Süleyman Demirel: - Ne diyor Kara Kuvvetleri Komutanı?.. Bizim Irak'ta bir sözümüz yok, sözümüz geçmiyor diyor... Sözümüz var diyebilecek misiniz?.. Soruyorum, diyebiliyor musunuz?
ZAAF
Sayın Demirel... Sonuç? - Bu konuyu önemsiyorum zira... Zira? - Bu tartışma başladığı zaman yönetimde zaaf var demektir... İki gündür söylüyorum sana, yönetimde zaaf, derin devlete cesaret verir. Efendim, sizin meşhur sözünüz, demokrasilerde çare tükenmez... Çare nedir? - Çare kompromi... Büyük uzlaşma... Ama görünüyor ki uzlaşma, olması gereken zeminlerde olmuyor... Konuşma, müzakere, istişare, karşılıklı görüş alış verişi, kompromi asıl zeminlerinde gerçekleşmiyor.
"SÖYLEMEM GEREKİYOR"
Ne yapılması lazım? - Daha iyi bir koordinasyon.
Kimin görevi? - Başta siyasi iktidarın... Sonra Cumhurbaşkanı'nın... Şimdi "öyleyse gel, sen idare et" ithamıyla karşılaşacağımı biliyorum... Ama tepki de alsam, bazı şeyleri söylemek, bu ülkeye karşı sorumluluğum... Bunları söylemek bana düşüyor... Zira bunları görerek geldik.
Halk patlarsa derin devlet güçlenir
27 yıl önceydi. Sağ, sol çekişmesinin tırmandığı dönemdi. Kars Kalesi'ne orak, çekiçli bayrak çekme girişimleri oluyordu. Ecevit, Adalet Partisi'nden "Bakanlık koltuğu için ayrılan" milletvekilleriyle eksiğini tamamlayıp, hükümet ediyordu. Yakın siyasi tarihin "Güneş Motel olayı" ya da "11'ler hükümeti."
İstikrarsızlık büyüyordu. Asker de rahatsızdı. Demirel "bayrak mitinglerine" karar verdi. Amacı, bayrak saygısızlıklarına "demokratik tepki, sivil tepki, kavgasız tepki" vermekti. Yoksa tepki ya "askere" kalacaktı. Ya da "Ülkü Ocakları'na." Askerin tepkisi "demokrasiye fasıla" noktasına kadar uzayabilirdi. Ülkü Ocakları'nın tepkisi ise, o dönemde zaten sokaklarda akan kanın "oluk, oluk" hale gelmesi demekti.
Süleyman Demirel: - 2005 yılında bayrak yakma girişimi çok önemsediğim bir olay... Kan beynime sıçradı, yerimde duramadım... 1978'de, bayrağa saldırı karşısında, Türkiye'nin 5 yerinde, peş peşe mitingler yaptım. Galiba ilk miting Samsun'da olmuştu... Vidinli Otel'in önündeki büyük meydan tıklım tıklımdı. - Bayrağa saldırı olan yerde, siyasetçi olarak yerinde oturamazsın... Tepkini anında koyacaksın... Gecikmeyeceksin. Yoksa?.. - Sen konuşmazsan, başkası konuşur... Sen tepki koymazsan, saygısızlar cesaret alır... Bu iş tahmin edemeyeceğin kadar önemli. Ne kadar? - Halk tepki gösterir... Halk patlar... Bu infial yarın seni, ülkeyi yönetemez duruma getirir... O da kime güç verir, biliyor musun? Kime? - Derin devlete.
Başbakan kasap olmalı
Sayın Demirel, defalarca hükümet kurdunuz. - Kurdum. Gün oldu, şartlar gerektirdi, kabine içinde değişiklik yaptınız. - Doğrudur. Hükümette değişiklik yapmanın koşulları nedir?.. Ölçüsü nedir?.. Ve kabine değişikliği kolay mıdır? - Kolay olduğunu söyleyen var mı?.. Buna kolaydır denebilir mi? Öyleyse... Kabine değişikliği nasıl olacak? - Kabine değişikliği yapmak hiçbir zaman kolay bir iş değildir... Fakat ihtiyaç duyduğun zamanda da yapmak gerekir. İhtiyaç hali nedir? - İhtiyaç hali şudur diye siyaset biliminde kalıplaşmış bir tanım yok... Olamaz da... İngiliz Başbakanlarından William Gladstone çok enteresan bir devlet adamı... Onun bir sözü çok önemli. Nedir? - Diyor ki... Prime minister to be a butcher... Yani... Başbakan kasap olmalı. Sayın Demirel, siz kasap mıydınız?.. Turgut Özal da kabine değişikliği yapardı... Kasap mıydı?.. Ve Tayyip beye "kasap ol" mu diyorsunuz? - Herkesin kendine göre bir yönetim stili vardır... Kimseye bir şey diyemem... Ama eğer kabinede değişim gerekiyorsa, bir ihtiyaç, bir yara var demektir... Değiştirirsin... Değiştirmez, işi uzatır ve çok beklersen, yara kangren olur. Öneriniz? - Öneri değil, genel yaklaşımı söylüyorum... İhtiyaç haline geldiği zaman, vakit geçirmemek lazımdır... Zira ihtiyaç demek, kabine en iyi şekilde işlemiyor demektir... İşletmek için, değiştireceksin.
İkinci kat ve doktor kameraman
Güniz Sokak31'e "ziyaretçi yasağı" sürüyor. Demirel'in yaşamı bir süre daha "doktorların yakın gözetiminde" olacak. Sonra Demirel'i tutabilene aşk olsun. "Yasaklı eve" girişimizle ve evle ilgili birkaç ayrıntı. Geçen hafta Çarşamba (23 Mart) akşamıydı. Demirel'le telefonla konuşuyorduk. Kendisini daha iyi hissediyordu. "Yarın gel" dedi. Saat kaçta? - Saat 11.30'da gel. Bize ne kadar zaman ayıracaksınız? - 45 dakika. Fotoğraf. - Yok, hayır, yalnız gel... Yanında kimse olmasın... Resim çekilmesini de istemiyorum. Telefonu kapatacağımız sırada Demirel "bir dakika" dedi: Tabii kendi fotoğraf makineni, istiyorsan getirebilirsin. Video kameramızı da getiririz. - Onu kim çekecek? Biz. - O işten anlıyor musun? Bu gece öğreniriz. - Çekip ne yapacaksın? ATV'ye veririz. - O işe de mi bakıyorsun? Neden olmasın. - Ali'ye (Ali Kırca) gözlerinden öptüğümü söyle... 1975'ten beri tanırım.
Demirel, evin "ikinci katında" dinleniyor. "Birinci kat" Baba'nın çalışma salonu. İkinci kat ise "özel... Aileye ait" bölüm. İkinci katın girişinde bir "sepet" var. Sepette de "galoş." Süleyman Demirel'in yanına ilk kez "ayakkabımızın üzerine galoş geçirerek" girdik. Doktor Aylin Cesur: - Ne olur kusura bakmayın... Ama bunu yapmaya mecburuz... Zira sağlık her şeyin başında.
Duvarlar Nazmiye - Süleyman Demirel çiftinin resimleriyle doluydu. "Gençlik resimleri" de vardı. Nazmiye hanım, gençliğinde çok iyi otomobil kullanıyormuş. Ankara sokaklarında, direksiyonda Nazmiye hanım, onun yanında da eşi Demirel. Süleyman bey, otomobil kullanmayı biliyor ama "kullanmamış." "Bayan şoför" kullanmayı tercih etmiş. Demirel'le yan yana resim çektireceğiz. Yine yan yana video filmi. İyi de kim çekecek? Nazmiye hanıma "efendim, siz çeker misiniz" demek, ayıp olacak. Doktora döndük: - Aylin hanım, siz yapar mısınız? Yaptı. Çekti. Evden çıkarken de bize şöyle dedi: - Benim resim ve film çektiğimi ya foto muhabirleri ile TV kameramanları duyarlarsa... Ve bana "doktor hanım, ne zamandan beri bizim işimizi yapmaya başladın" diye kızarlarsa... Ne cevap vereceğim?
Bayrak... Zemin... AB...
Güniz Sokak31'de bayrak asılıydı. Demirel'le "Derin Devlet" sohbeti, bayrağın gölgesinde geçti. Süleyman bey: - Bayrak, 70 milyon Türk'ün özgürlüğünün sembolü... Bayrağa saygısızlık "varsın, bu defa oluversin" denecek cinsten bir olay değil... "Çoluk, çocuğun işidir, büyütmeye gerek yok" diye suskunlukla geçiştirilecek bir şey de değil... Bence asıl mesele çok daha derinde. Yani? - Mersin'de meydana gelen olayın zemini meselesi var. Hangi zemin? - Eğer AB üyesi olmak, Türkiye'nin iç düzenini, iç huzurunu, bölünmez bütünlüğünü tahrip edecekse, böyle bir şeye Türkiye talip olmamalı... Türkiye'nin tarihten, coğrafyadan devraldığı şartlar var... Türkiye farklı bir yer... Bunu kimse göz ardı etmesin.
Çikolata ve sarı leblebi
Güniz Sokak-31'in ikinci katında, sehpanın üzerinde "Vakko çikolata" da vardı, "Divan çikolata" da. "Yurt dışından gelmiş" çikolata da. Ziyaret yasak ama... Yine de "bazı kişiler" eve gelebiliyorlar. Örneğin "hükümetten." Örneğin "değişik çevrelerden." Bunların içinde "çikolata getiren" de var. Veya ziyarete gelmeyip de "çikolata gönderenler" oluyor. "Lüks çikolata paketlerinin" arasında, mütevazı bir kutu da "sarı leblebi" gördük.
Anadolu insanı "vefalı." Ve "sadık." "Baba" diye yazmış: - Senelerce buba, buba diye peşinden goşdum, durdum... Gendim için bir şey beklemedim... Buba, hastalanıp, yatağa düştüğünü öğrendim... Çam sakızı, çoban armağanı... Bizim gücümüz de buna yetiyor... Hediyemi kabul buyur.
Fukara köylünün yarım kilo sarı leblebisi, İsviçre'nin en pahalı çikolatasından daha tatlı olsa gerek.
|
|
|