Yavuz Donat'ın Süleyman Demirel'le görüşmesi "45 dakika ile" sınırlıydı. Sınırı koyan doktorlardı.
Sayın Demirel... Derin devlet nedir?.. Derin devlet var mı? - Türkiye Cumhuriyeti devletinin kanunları var... Kurumları var... Kuralları var. Derin devlet? - Kanunlar içerisinde kurulmuş organlar var... İstihbarat örgütleri var... Güvenlik birimleri var... Buralarda keyfilik, insan haklarına aykırı bir şey yok... Olmamalı da. Efendim, derin devlet? - Çok itina ile söylüyorum, devlet yönetiminde zaaf belirirse... Zaaf nasıl belirir? - Şöyle... Devletin kanunları vardır, uygulanamamaktadır... Valisi, kaymakamı vardır... Hakimi, savcısı vardır... Askeri, polisi vardır... Ama kanunlar uygulanamadığı için huzur yoktur. Böyle durumda derin devlet mi devreye girer? - O zaman bu huzuru biz tesis edelim niyeti ile devletin içinden ve dışından talepler gelir... Bu bir devlet boşluğudur... Devlet, boşluğu kabul etmez... Türkiye maalesef bunu yaşamıştır. Derin devlet olayı bu mudur? - Bu yaşandı... 1977-1978'lerde... 1979'da biz idareyi devraldığımız zaman tam bir devlet boşluğu vardı. Devlet boşluğu olunca da devreye derin devlet giriyor... Öyle mi? - Derin devletin içinde kimler var?.. Olaya şöyle bakacaksınız... Derin devletin içindekiler yani normal zamanlarda belirli yetkileri kullanma durumunda olanlar, bir de bakarsınız, kurtarıcı haline gelmek isterler... Öyle hissederler kendilerini... Oysa kimse onlara görev vermemiştir.
Ülkeyi kim yönetecek?
Sayın Demirel. Hükümete oldukça uzun süreli avans tanınmıştı. Şu anda durum nedir? Ve sayın Recep Tayyip Erdoğan, bugün itibariyle, siyaset yolculuğunun hangi istasyonundadır? - Türkiye, yönetilmesi zor bir ülke... Tek parti döneminde de zordu, çok partili dönemde de zor... Etraf problemli... Tarih ve coğrafya yönetime istikamet veriyor... Yönetimi güçleştiriyor veya kolaylaştırıyor. Efendim, bugün durum nedir? - Dünü irdelemeden, bu konudaki analiz tam yapılamaz... Tarihten aldığımız şartlar var... 624 yıllık Osmanlı deneyimi var... Bu yönetimin içinde önemli unsurlar var... Pozitif unsurlar var... Güç var... Kudret var. Yani, Osmanlı'dan bahsediyoruz. - Evet... Kurumların en başında "hanedan" var... Ve ikinci kurum "ilmiye." Yani alimler... Daha çok din alimleri... Üçüncü kurum "kalemiye" yani bürokrasi... Dördüncü kurum "seyfiye" yani askerler. Bu durumda Osmanlı yönetiminde söz kimdeydi? - İlk bakışta söz padişahın... Ama ülke yönetimine baktığınızda ilmiyenin de, kalemiyenin de, seyfiyenin de söz hakkı var... Bu kendiliğinden işleyen bir olay... Yani padişah fetva almadıkça birtakım şeyleri yapamıyor. Sayın Demirel... Osmanlı çöktü... Genç Cumhuriyet kuruldu... Gelelim bugüne. - Dur, acele etme... Osmanlı çok uluslu, çok dilli, çok dinli bir ülke... Böyle bir ülkenin yönetimindeki zorlukların önemli bir kısmı bugün intikal etmiştir. Nasıl? - Genç Cumhuriyet kuruldu tamam... Ama Osmanlı'nın içinden çıkan komşu ülkelerle Türkiye'nin sorunları oldu... Ve bu bir savunma olayını doğurdu... Bu noktada altı çizilecek bir husus var. Altı çizilecek konu nedir? - Türkiye Cumhuriyeti'ni var eden, büyük Atatürk'ün gösterdiği istikamette hareket eden ordu hareketidir... Milletin ordusudur... Kurtuluş Savaşı bittikten sonra da askerin, Türkiye Cumhuriyeti üzerinde özel bir iddiası olmuştur. Bunu açar mısınız? - Atatürk Cumhurbaşkanı'dır, devletin kurucusudur, askerdir... İnönü ikinci Cumhurbaşkanı'dır, devletin ikinci kurucusudur, askerdir... Atatürk'ün çevresindekilerin bir kısmı askerdir... Sivil olarak ilk defa Celal Bayar görünüyor... O da Kurtuluş Savaşı'nın içinden geliyor. Siz buradan nereye geleceksiniz? - İşte bu şartlarda, demokratik yönetime geçiliyor... Artık milli irade var... Millet iradesinin üstünlüğü var... Hakimiyet milletindir... Çok partili sistem var. Öyleyse geldik bugüne... Muhalefet var... İktidar var... Başında Tayyip bey var. - Şimdi dikkatinizi bir noktaya çekiyorum... İktidar, seçimle gelir. Ve der ki... Milletten yetki aldım, ülke yönetiminde her şey artık benim hakkımdır... Ben nasıl istersem, ülke öyle yönetilecek... Bu bir jakoben düşüncedir.
Sohbetin bu noktasında, Demirel'in "telefon bağlanmasın" demesine rağmen, telefon çaldı. Baba "dikkatimi dağıtmayın" diye kızdı. Sohbete "kısa bir mola" verildi. Demirel dedi ki: - İşin püf noktasına geldik... Söyleyeceklerimin her satırı çok önemli.
Sayın Demirel... Jakoben düşünceden bahsediyordunuz. - Jakoben idare... Yani, siyasi iktidarın yetkiyi kimseyle paylaşmak istememesi. İktidar benim, her şeye ben karar veririm demesi. Bu jakoben düşünce. - Evet... Millet iradesini ben temsil ediyorum, yönetimde son söz benim felsefesi... Jakoben inanış. Bu inanış ülke yönetimini bir yerde zorlaştırdı... Zira çok partili yaşama girildikten sonra bir kurullar devleti ile karşı karşıyasınız... Devletin yönetimi adeta paylaşılmıştır... Burada iki önemli tezat var. Devlet yönetimindeki iki tezat nedir? - Biri, iktidarın gayri kabili taksimidir... Büyük bir konu. Yani iktidar gücü paylaşılamaz konusu. - Evet... Doğru... İktidar gücü taksim edilemez ama... Ama? - Bu gücü kullanırken, devletin yönetimine iştirak olan diğer kurumların fikrini alma var, danışma var, istişare var. Devlet yönetimine iştirak olan diğer kurumların fikrini almak, iktidarı taksim etme anlamına gelebilir mi? Gelebilir. Öyleyse... Yorumunuz? - Burada her şey neyi, nasıl yapacağınıza bağlı. Yani? - Bunu öyle yaparsınız ki, Anayasal kurumların düşüncesini alır, tartışır ve ona göre karar verirsiniz... Zira siyasi iktidarın kararlarını icra edecek olanlar da aslında yine bu kurumlardır. Sayın Demirel... Yani "millet bana yetki verdi, istediğimi yaparım, yetkiyi kimseyle paylaşmam" felsefesi, jakoben yaklaşım. - Evet. Geçmişte bu havaya girenler oldu mu?.. Adnan Menderes?.. Siz? - Evet, hep girdik... Adnan bey de jakobendi, ben de jakobendim. Ve geldik bugüne... Bugün Türkiye'yi yöneten siyasi iktidar için ne diyorsunuz? - İyi niyetli oldukları kesin... Ama kendi siyasi iktidarlarını anlayış felsefeleri jakoben. Tayyip bey? - Evet.
Süleyman Demirel'le görüşme süremiz "45 dakika ile" sınırlıydı. Sınırı koyan "doktorlardı." Saat 11.30'da konuşmaya başladık. Saat 12.15'te "beyefendi" dedik: - 45 dakika doldu... Bize müsaade. Demirel, önce Dr. Aylin Cesur'a baktı. Sonra saatine. Ve bize döndü: - Konuşmayı burada kesemeyiz... Bu konuyu yarım bırakamam. O sırada konu "derin devlet" idi. Demirel'e sorduk: - Ne yapalım? Bir kez daha saatine baktı. "Devam edeceğiz" dedi. - Yarım saatin daha var.
Bir ara telefon çaldı. Demirel açmadı ve "şu talimatı" verdi: - Konuşmamın kesilmesini istemiyorum... Hiçbir telefon bağlanmasın. "Konu" yine derin devletti. Ve Demirel, ağzından çıkan her sözü ölçüp, biçip tartıyordu. Dikkatinin dağılmasını istemiyordu.
35 yıldır Demirel ailesinin hizmetinde olan "emektar İsmail" bize çay getirdi. Demirel'den, İsmail'e: - Kapıyı kapat... Konuşmam bitene kadar hiç açılmayacak. Baba o sırada "çıt çıkmasını... Sinek uçmasını" bile istemiyordu. Zira "asker ve siyaset" konusunu anlatıyordu.
"Bir şey daha" anlattı. Yine "sözlerini hiç kestirmeden... Ve çok dikkatli bir üslupla." Anlattığı, yıllar öncesine ait bir anıydı. "Yazılmamak kaydıyla" dedi. Demirel'le görüşmelerimizi teybe almazdık. Bu defa resim çekmek, TV için film çekmek gibi işlerle de uğraştığımız için, Demirel'in önüne teyp koyduk. Onun "yazılmayacak" dedikleri de teybe kaydedildi. Bunu kendisine de söyledik. Tepkisi şöyle oldu: - Teyp, çözüldükten sonra, bu bölümü çekmecene koy... İleride yazarsın... Ama şu dönemde asla. Konu yine "devletin derinliklerinde geçen bir olaydı."
Demirel 10 kiloyu nasıl verdi?
Demirel'i zayıflamış bulduk. "10 kilo verdim" dedi. Dr. Aylin Cesur: - Beyefendi 12 yıldan sonra ilk kez 100 kilonun altına indiler. "Nasıl" diye sorduk. Demirel: - Diyet yaparak. Diyette neler yasak? Demirel güldü: - Yasak yok. Yasaklara karşı yıllarca meydanları dolaşıp, mücadele vermedik mi? Yasaksız Türkiye diye bağırmadık mı? Demirel'in diyetinde gerçekten "yasak" yok. Diyet bir "ekibin gözetiminde" yapılıyor. Ekibin başı Güven Hastanesi'nden Dr. Mustafa Cesur... Ve onun yanında bir diyetisyenler grubu. Dr. Mustafa Cesur: - Yasak yok. Beyefendi her şeyi yiyebilir, ama ölçülü. Tuz, yağ, şeker ve un ölçülü olacak. Protein de.. Demirel "her şeyi" yiyor. Ama günde toplam "1735 kaloriyi" aşmadan. Demirel'in gıdasının "yüzde 55'i karbonhidrat." Yüzde 30'u "yağ." Yüzde 15'i de "protein." Sayın Demirel... Günde kaç öğün yemek yiyorsunuz? - 3 ana, 3 ara öğün. Açlık çekiyor musunuz? - Hayır. Sayın Dr. Mustafa Cesur... Nasıl başardınız? - Bu sadece doktorun, diyetisyenin ve ahçının başarısı değil... Karşınızdaki insan da kilo vermeye istekli olacak. Süleyman bey nasıl? - Uyumlu... Anlayışlı... Doktorları dinliyor. Dr. Cesur'dan son sözler: * İsteyen herkes kilo verebilir. * Ama önce kilo vermeyi kafasında kararlaştıracak... Beyni hazır olacak. * Konuya kilo vermek diye de bakmamak lazım. Bu bir dengeli beslenme olayı... Ve yaşam tarzı.
Eskiden Demirel, misafir geldiği zaman yerinden "ağır ağır" kalkardı. Baktık şimdi "daha dinç... Daha hareketli." "Hasta haliyle" bizi, kapıya kadar geçirdi. - Beyefendi, maşallah, incelmişsiniz. - Aslında herkes becerebilir... Doktorları dinlemek şart... Tabii, kendin de hazır olacaksın.