Kimsenin ama bir Genelkurmay Başkanı'nın da
"benim gibi" düşünmesini asla bekle(ye)mem.
O yüzden, konuşmasını
her konuya benim açımdan bakıp bakmadığına göre değerlendirmem.
Ama şuna bakarım:
Burası, darbe eseri anayasada bile demokratik, laik, sosyal hukuk devleti diye tanımlanan bir
cumhuriyet ise...
Sınırları ile
sinirleri bu açıdan ne durumdaydı?
Olgun Çok geçmişi belki unutmuşuzdur ama...
Bir ya da birkaç darbe tasavvuru önlemişse
"demokrat" sıfatını hak eden
Hilmi Özkök de dahil...
Yıllardır tanık olduğum
"en olgun" Genelkurmay Başkanı konuşması idi
Orgeneral İlker Başbuğ' unki.
"Türkiye şartları" denen kurumsal statüler ile alışkanlıklar bir yana...
Sınırları da, sinirleri de çok kontrollü bir konuşmaydı. Hatta,
Orgeneral Başbuğ, karakol baskınları sırasındaki eleştirilere karşı
parmak sallayan kendisinden de çok ötedeydi.
Türkiye halkı Bir yandan son
Ergenekon dalgasının, bir yandan gün içindeki
DTP baskınlarının gölgesinde, kimilerinin bekleyebileceği bir esip gürlemeden ziyade, ses tonuyla da beslenen
"üniformalı düşünür" ya da
"üniformayla da düşünür" sükûnetinde idi.
Bildiğimiz,
"düşünmeden sadece üniforma ve rütbe konuşturur" çok örnekten sonra.
Olağan bir demokraside başka ne beklenebilirdi, ama burası, bilirsiniz işte, pek öyle değil!
O yüzden,
"Etnik kimlik ile terör" üstüne uzun uzun konuşan bir Genelkurmay Başkanı'nın,
hamasi milliyetçilik okşayan şablonlar yerine
ince ifadeler seçebilmesi önemliydi.
Özellikle de...
"Atatatürk'ün şu sözü" ne dikkat çekip özellikle
"Türk değil, Türkiye halkı" ve
"Türkiye yerine Türk halkı derseniz etnik kimlik olur" diye vurgulaması:
"Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir." Ya da, 5 bine yakın şehit askeri, hayatını kaybetmiş bin kadar korucuyu andığı, teröre dair geleneksel şeyleri de söylediği bir konuşmada, pek alışılmadık biçimde,
"Terörist de neticede bir insandır" diyebilmesi...
Pek ağza alınmayan
"Kürt" kimliğini,
"Şehitlik, gazilik mertebesine ulaşmış çok sayıda Kürt ve Zaza kökenli vatan evladı vardır" cümlesinde telaffuz edebilmesi...
"Entegrasyonda bugün de yapılan hatalar" dan da bahsedip
"Belki sorunumuz bu" diye düşünebilmesi...
"Aidiyet hissedilen kimliklerin engellenmemesi... Bireysel, kültürel özgürlüklerin güçlendirilmesi" nden söz edebilmesi...
"Halkın potansiyel terörist görülmemesi" çağrısı...
"Dağ kadrolarının dönüşü için etkin düzenlemeler" den söz etmesi...
"Milletimizin tüm bireyleri değerlidir" diye hissedebilmesi...
"Weber'in anlayış sosyolojisi" ne atıfla, (inançlar için)
"Önemli olan insan değerlerinin anlaşılması" diye bir sonuç çıkarması...
Sık sık
"demokrasi" kavramını kullanması...
Erdem Tekrarlıyorum; benim
farklı veya bambaşka düşündüğüm çok konu, tarihi yorum farkı sayabilirim.
Ama dünkü konuşma çok açıdan önemliydi.
Tehditsiz cümleler, kendi kullandığı ifadeyle
"katı prensiplerden ziyade sağduyu", darbeci heveslere bir göz kırpmanın bulunmaması,
yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğünün telaffuzu, düşman edebiyatından uzaklık...
Cumhuriyetin sadece laiklik açısından değil; Montesquieu'ye sık sık başvurarak, erdem ve eşitlik olarak da anılması da....
Demokrasi ile birlikte telakkisi de.
Eşitlik Genelkurmay Başkanı,
"Eşitlik" vurgusunu özellikle Silahlı Kuvvetler'de
"etnik, siyasi, mezhepsel ayrımcılık" olmamasıyla açıkladı.
Samimiydi belki; ama bunun pek öyle olmadığı malum. Bunu en iyi,
"siyasi görüşleri veya dini inançları" yüzünden yıllar boyu atılanlar biliyor.
Bu kadar
"olumlu" bir
"köşe değerlendirmesi" ni,
"Cumhuriyetin eşitlik meselesi" nin orduda bunlardan ibaret olmadığını söyleyerek bitireyim:
Erdem ve Eşitlik; rütbe ve görev farklarına rağmen, her bir askerin de daima insan yerine konmasına; haklarının, haysiyetinin, kişiliğinin saygı görmesine; bunların iki dudak arasında çiğnenmemesine; hem ülkede hem orduda imtiyaz ve zümre egemenliği olmamasına da dairdir! İnsanlar Yazının başlığı ise, 55 sayfalık bu konuşmadan değil.
160 yıllık
Manifesto' dan
(Karl Marx ve Friedrich Engels) .
"Peşlerinde kadim ve hürmete şayan önyargılar ve kanaatler silsilesi sürükleyen tüm durgun, donuk ilişkiler silinip süpürülüyor; Yeni ortaya çıkan her şey daha kemikleşemeden miadını dolduruyor.Katı olan her şey buharlaşıp havaya karışıyor, kutsal olan her şey dünyevileşiyor ve sonunda insanlar kendi hayatlarının gerçek koşullarıyla ve diğer insanlarla ilişkileriyle yüzleşmeye zorlanıyorlar."
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 15 Nisan 2009, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/04/15//talu.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.