Padişah 2'nci Abdülhamit döneminde, 1903-1908 arasında Maarif Nazırı olan Haşim Paşa'nın
"Mektepler olmasa şu maarifi ne güzel idare ederdim" şeklindeki nüktesini, bazıları ciddiye almıştır.
Haşim Paşa bugün yaşayan bir siyasetçi olsaydı ve
"Dini inançlar olmasa bu demokrasiyi Türkiye'de ne kadar problemsiz sürdürürdük" deseydi, herhalde bu sözünü de ciddiye alacaklar çıkardı.
Oysa bu söz gerçekten ciddiye alınması gereken bir söylemin ifadesi olurdu.
Çünkü çok partili demokratik hayatımız da öncesi de
"Kimler ve hangi partiler dini istismar ediyor" içerikli endişeler içinde geçmiştir.
Bugün de CHP'nin çarşaf ve kuran kursları
"açılımı" dolaysıyla,
"Atatürk'ün partisi dedin istismarını siyaset yöntemi olarak seçti" suçlamalarını duymakta değil miyiz?
Neticede demokrasiyi de laikliği de Batı'dan alıp benimsediğimize göre,
"Din" ve
"Siyaset" ilişkisinin Batı'nın demokratik ülkelerinde nasıl değerlendirildiğine bakmamız gerekiyor.
Prof. Mustafa Erdoğan'ın Star'da bu konuya ışık tutan bir makalesi vardı. Özetle şunları vurgulamıştı değerli anayasa hukukçusu:
Din istismarı ne değildir? - Kendilerini dini-muhafazakâr olarak tanımlayan siyasi partilerin varlığı demokrasilerde normaldir. Bu tür partiler dini değerlere atıf yaptıklarında bu kategorik olarak din istismarı değildir.
- Demokrasilerde siyasi partiler devlet adına toplumu gözetim altında tutan değil, toplumun devlet katındaki temsilcileridir. Neticede hiçbir modern toplum tümden seküler değildir. Bazı partiler bu toplumun belirli kesimlerinin dilini söylemlerinde yansıtırlar.
- Kendilerini seküler veya laik olarak tanımlayan partilerin dini değer ve simgeleri kullanmaları din istismarı kapsamına girebilir. Ancak din istismarı olarak nitelenen söylem ve davranışlar da hukuken suç olmayabilir. Bunlar siyasi ahlaka aykırı davranışlardır.
- Dinin siyasi istismarından kamusal bir zarar söz konusu ise, burada
"hakların kötüye kullanılması" yla ilgili genel hükümlere başvurulabilir. Ama bu sık yapılırsa, bu durumda demokrasi zedelenir.
Prof. Erdoğan'ın
"Din istismarı" na dönük bu değerlendirmeleri, tabii ki
"Liberal Demokrasi" olarak nitelenen rejimlerdeki anlayışın ifadesidir.
Din istismarının bireylere ve kamuya zarar verdiği durumlar ise, her toplumda görülür.
Bizdeki üfürükçüler veya
"Cihat" ilan edip terörizme dini dayanak kılanlar bunlara örnektir.
Batı'nın din istismarcıları Batı'da ise sonunda mensuplarını toplu intiharlara sürükleyen tarikatları ve dini yayınlarla televizyondan para toplayan dolandırıcı
"televangelistler" i izlemekte değil miyiz?
Olaya geniş ve evrensel açıdan bakıldığında, mesela CHP'nin her mahallede kuran kursu açılması içerikli politikası, ona dini inancı kuvvetli olanların oylarını getirmez ki?
Sadece bu partide ideolojilerini bulan köktenci-laik kesimleri öfkelendirir.
Veya AK Parti yönetim kadrolarının mütedeyyin insanlardan oluşması, nüfusunun yüzde 98'i Müslüman olan bu toplumun sadece bu partiye oy vereceği anlamına gelmez ki.
Eğer AK Parti ülkeyi iyi yönetemez, iş ve aş yaratamaz, iç barışı ve istikrarı koruyamazsa, onun seçmen tabanı da, diğer partilerinki gibi erir.
Ama eğer
"Devlet" sürekli AK Parti'ye karşı bir şeyler yapmak için planlar üretirse ve bu planlar da çarşaf ve Kuran kursu açılımlı CHP tarafından hazırlanırsa, bu kez toplumun mütedeyyin kesimleri tepki gösterir.
Çünkü nasırları acımamışsa Allah adını ağızlarına almayan ama her ağızlarını açışta
"Biz de Müslümanız, biz de günde birkaç rekât namaz kılarız" diyen tenis oyuncularının tepeden bakışları, geçmişte bu halkın canını çok sıkmıştır.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 13 Şubat 2009, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/02/13//barlas.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.