Topu ceza sahası içinde fazla dolaştırmadan filelere bırakayım!
İsrail'le Türkiye birbirine benziyor. Biliyorum, damardan oldu! İsrail'i lanetlerken, içimizde bir İsrail olduğunu kabul etmek kolay değil. Kolay değil, kurban değil zulmeden olabileceğini bilmek. Tabii ki tek yumurta ikizi değiliz. Ama ciddi bir benzerlik var:
İki devlet de travma üstüne kuruldu. İki devlet de korkuyor. Türkiye, ailesinin tüm fertlerini kaybettiği için paranoid kişilik bozukluğu gösteren çocuk gibi. Koca imparatorluktan Anadolu'ya 'sığınmak' bir travma.
Türkiye böyle bir 'parçalanma' travmasının üstüne kuruldu. Bu nedenle korkuyor.
Bu yüzden İstiklal Marşı "korkma" diye başlar! İsrail'in travması ise 6 milyon Yahudinin yok edilişi, yurtsuzluk.
Bu nedenle ikisi de paranoyak.
İÇ VE DIŞ DÜŞMANLAR Paranoid kişilik yalnızdır. Yalnızlığını 'düşmanları' ile unutur. 'Herkes benimle uğraşıyor' gazı ile yaşar. Paranoid devlet için de aynı durum geçerli.
"Türkün Türkten başka dostu yok" vecizesi devletin ideolojik aygıtlarının kullandığı tescilli bir likit gazdır! Paranoid kişi 'düşmansız' yaşayamaz. Her şeyden kuşku duyar.
Türkiye devletinin de hep 'düşmanları' oldu: 'İç ve dış düşmanlar.' 'İç düşmanlar'; Komünistler, İslamcılar ve Kürtler'di. "Bu kış komünizm gelebilir," Celal Bayar'ın sözüdür. Ve uzun süre her kış komünizmin gelmesi beklendi. Gelmemesi için de nerede bir komünist görüldüyse kafası ezildi. İslamcılar 'takiyeci' idi! Şeriat getirmenin peşindeydiler. Kürtler ise 'bölücü' oldu hep! Devlet, Ermeni ve Rum vatandaşlarına hiç güvenmedi. Onlar da 'işbirlikçiydi!' Dış düşmanlar ise çoktu: Rusya, AB, komşu devletler. Tüm dünya. Hatta misyonerler...
KORKU ZALİMLEŞTİRİYOR İsrail ise büyük bir korku kaidesi üstüne oturtulmuş küçük bir heykelcik gibi. Düşüp kırılacağı sanrısı ile yaşıyor. Gazze'de
"Hareket eden her şeye ateş ediyorlar." Bu cümle ruh hallerinin özeti. Çok korktukları için hareket eden her şey 'düşmanları'! Bu korku yüzünden, dünyanın en çok mağdur edilmiş halkı, dünyanın en çok mağdur edilmiş başka bir halkını yok etmeye çalışıyor. Bu nedenle tavizsiz ve eli hep tetikte. Bu nedenle 'güçlü'. Bu nedenle zalim. Ve
Türkiye devleti ile kurucu seçkinleri ona çok özeniyor. "Peki hiç düşman yok mu, bunların hepsi mi vehim?" diye soranlara peşin peşin söyleyelim. Tabii ki korkuların bir kısmı gerçek. Ancak büyümek korkularla yüzleşmek, sorunları çözmekle olur. Devekuşu gibi yaşayamazsınız. Sokak tehlikeli diye çocuğunuzu evde büyütemezsiniz. İlerleme, büyüme, çatışmaların yaşanması ve aşılması ile gerçekleşir. Ancak
Türkiye devletini kuran asker-sivil bürokrasi işin başında çelişkileri görmemeyi tercih etti. Kör numarasına yattı.
"İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir milletiz" sözü hayatın bizatihi kendisinin konduğu derin dondurucudur. Körün kullandığı siyah gözlüklerdir. Travmanın üstüne örtülen şaldır. Çünkü sınıf, imtiyaz, Kürt, Ermeni, Alevi, komünist hayatın kendisiydi. Hayatı dondurmaya çalıştıkça, içimize kapandıkça delilik hali ağırlaştı. İçimizden Ergenekonlar fışkırıyor. Ve hastalık artık sanrılı paranoid aşamasında. İbrahim Şahin, DTP içindeki 500 Ermeniyi arıyor! Artık, psikanalistin kanepesine uzanma zamanı. Yoksa iş Oğuz Atay'ın
Tehlikeli Oyunlar kitabında dediği gibi olacak: "Bu karamsar beyinden bir kahkaha çıkmayacağı için, artık ben gülmüyorum, sinirlerim gülüyor. Hepsi bağımsızlığını kazandı albayım, pardon, doktor."
Yayın tarihi: 18 Ocak 2009, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/01/18/pz/sever.html
Tüm hakları saklıdır.