kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
4 Ocak 2009, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
Pazar SABAH  
METİN SEVER

Türkiye kocaman bir 'mahalle'

Bizim mahallede aklı avare bir Arif vardı. Elinde etrafı süslenmiş direksiyonla ortalıkta dolaşırdı. Birden, kulağınızın dibinde 'vıııın, vıııın' diyen bir sesle zıplardınız. Arif, gaza basmış gitmektedir! Elinden çok almaya çalıştılar ama ne mümkün. Bizim gazete ve televizyonlar da 'mahalle baskısı' nitelemesi de Arif'in direksiyonu gibi sarıldı. Eskiden mahallelerde, yuvarlak tepside rengarenk macun satıcıları olurdu. Satıcının, sekiz gözlü tepsiden tornavida ucuyla alıp, tahta saplara doladığı reçine kıvamındaki macun, uzadıkça uzardı. Medya da bu tartışmayı, o macunlar kıvamında, uzattıkça, uzattı. Oysa ortada kaç mahalle kaldı? Edip Cansever, 1980'de yazdığı İki Kent şiirinde "Görüyorsun değil mi / Ne kadar inceldi kent / neredeyse şuracıktan ansızın bir kent daha görünecek," der. Son 30 yılda kentler yüzlerce kez ortasından bölündü. Bu nedenle, sosyolojik anlamda mahalle var mı? Eğer mahalle diye varoşlardan söz ediyorsak, bunlar arasında fark yok mu? "Mahalle baskısı nitelemesi, her tür toplumsal baskıyı açıklamak için gazoz açacağı vazifesi mi görüyor?" gibi soruları, 'mahalle baskısı' oluşturmamak için kenara koyuyorum. Ben tartışmanın kendisinden çok, tartışanlarla ilgiliyim. Yani bu konuda yüzlerce yazı yazan köşe yazarının durumuna takıldım. Çünkü, bu konuda yazan köşe yazarlarının bildiğim kadarıyla mahallenin 'm'si ile ilişkileri yok. Merak ediyorum: Bu köşe yazarları en son ne zaman bir mahalle veya varoş gördü. En son ne zaman, bir otobüse veya dolmuşa bindi. Bir semt kahvesinde en son ne zaman bir bardak çay içti? Bu arkadaşlara, "Mahallenin muhtarına en son ne zaman uğradınız?" diye sorsak, akıllarına ilk gelecek şey Reha Muhtar olur. Hatırlıyorum, bir kitle gazetesinin genel yayın yönetmeni Eminönü Alt Geçidi'ni görünce, G.O.R.A. filminde Taş Devri'ne gönderilen Arif kadar heyecanlanmıştı.

HERKES KENDİ KALESİNİ ÖRDÜ
Burada uzun uzun analize gerek yok. Türkiye'de 'çevre'nin, 'merkez'i kovalaması siyasetle sınırlı değil. Türkiye'nin toplumsal tarihi de 'kara kalabalıkların' 'beyazları'; 'çevre'nin, 'merkez'i kovalamasının ayak izleriyle dolu. Bu kovalamaca kentin de medyanın da yapısını çok değiştirdi. Kent değişti. Çünkü, iktidarı 'çevre'ye kaptıran 'merkez', ilk önce Levent, Nişantaşı gibi kent merkezlerini terk etti. Zekeriyaköy gibi kentten bağımsız villalardan oluşan 'gönüllü getto'lar oluşturuldu. Ancak 'kara kalabalıklar' oralara da gelince korunaklı siteler ve rezidanslar şeklinde tekrar şehre dönüş yaptı. İktidarı ele geçiren 'çevre'nin temsilcileri ise bunun karşısına Başakşehir'i, Hilal Konutları'nı koydu. Muhafazakâr kesimin ekonomik gelir ve sosyal statü hiyerarşisinde daha üstte duran referans grupları Erzurum Evleri gibi referans adresleri oluşturdu. Yaşanan süreç, şehri getto öbeklerine böldü. Tabii ki bu mekânsal ayrışma, toplumsal ayrışmayı da beraberinde getirdi.

MEDYA DA DEĞİŞTİ
Siyaset ve kentteki bu değişim, medyayı da etkiledi. Babıali'deki mütevazı binalarını terk eden medya, İkitelli'ye taşındı. Gazeteci medya patronları ortalıktan çekildi. Bu değişim sırasında zenginleşen üst düzey medya yöneticileri de sınıf atlayarak, korunaklı sitelere, steril yaşamlara yelken açtı. Gazetenin sokakla son bağı olan muhabirler de 'çevre' muamelesi görünce, yöneticinin 'mahalle' ile direk bir bağı kalmadı. Ama bir doğru var ki, medya da bir başka 'mahalle'dir. Korunaklı sitelerde oturulur, çocuklar özel okullarda okutulur. Özel araç ve özel şoför vardır. İçilecek şarap bellidir. Yani burası başka bir 'mahalle'dir. Burada da baskı vardır. Okur baskısı, reyting baskısı, tiraj baskısı... Say say bitmez. Hatta 'mahalle' daha demokratiktir. Çünkü hiç olmazsa seçimle gelmiş bir muhtarı olur. Medyada ise liyakat yerine sadakat geçerlidir. Mahallede fiyakalı mahalle arkadaşlıkları vardır. Bu mahalledeki en bildik söz ise "Gazeteciden gazeteciye dost olmaz," sözüdür. Ve bir adım daha atarak sözümüzü bitirelim: Demokrasisi gelişmemiş, çok kültürlülüğü özümsememiş Türkiye'nin kendisi bir 'mahalle'dir. Bir grup aydının "Ermenilerden özür diliyoruz," kampanyasını, düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendiren Cumhurbaşkanı, baskıya maruz kalıyor bu 'mahalle'de. Başka söze hacet var mı?