Amerika'dan başlayarak dünyaya dalga dalga yayılan ekonomik krizin etkileri gün geçtikçe daha şiddetli hissediliyor. Gelecek yıl bu bakımdan daha parlak geçmeyecek. Medya da bundan payını alıyor. Chicago Tribune ve Los Angeles Times gazetelerinin sahibi Tribune şirketi iflasını ilan etti.
New York Times gibi bir gazete daha yeni taşındığı, bir mimari şaheser olan binasını ipotek etmek zorunda kaldı. Krizde varlığının dörtte birini kaybeden Harvard Üniversitesi maaşları ve yeni kadro almayı dondurdu. Amerikan otomobil sektörünün içler acısı hali ortada. Bu sektörde yüzbinlerce insanı işsizlikten Bush'un son andaki müdahalesi, muhtemelen de ancak geçici olarak kurtaracak.
Deng Şaoping'in otuz yıl önceki kararıyla
kapitalist ekonomiye geçen ve o günden beri ortalama yüzde on gibi bir büyüme hızı tutturan
Çin son krizde ne yapacağını şaşırmış durumda. İhracatın beklenmedik keskinlikte düşüşü, bu nedenle kapanan fabrikaların yarattığı işsizlik, yüzde 6'larda gerçekleşmesi beklenen büyüme Beyjing'in alışık olduğu şartları değiştiriyor. Sosyal patlamaları önlemek geçmişe göre daha zor olacak.
Bir yandan da dünya muazzam döviz rezervlerine sahip ülkelerin bu parayı iç piyasalarını canlandırmak için kullanmalarını bekliyor. Geçen hafta Financial Times gazetesinde Martin Wolf'un alarm zilleri çalan yazısında vurguladığı gibi cari işlemler fazlası veren ülkeler para harcamazlarsa krizden çıkmak çok daha zor olacak. Ancak Çin gibi bir ülkede bu tür bir program uygulansa bile
vatandaşların beklendiği şekilde davranacaklarının ve para harcayacaklarının garantisi yok.
Demokrasi ve krizler... Dünya ekonomisinde yaşanan ve her ülkeyi bir şekilde etkileyen krizin siyasi sonuçları da giderek ağırlaşacak. Yunanistan'da olup bitenleri yalnızca Yunan toplumunun Türkler açısından kıskanılacak bir duyarlılıkla bir gencin polis tarafından öldürülmesine verdiği tepki diye görmemek gerekir. Çürümüş, oligarşik bir siyasi sisteme, ülkenin gençlerine gelecek vaadedemeyen çapsız siyasi seçkinlere duyulan öfkenin patlaması durulmayan olaylarda büyük pay sahibi.
Gene Financial Times gazetesinde yazan Anatol Lieven krizin Avrupa Birliğinin yeni üyelerinin demokrasiye olan bağlılıklarını zayıflatma tehlikesinden dem vuruyordu.
Demokratik kurumsallaşmasını tamamlayamamış ülkeler açısından bu tehlikenin varlığı kuşku götürmez. Tarih zaten kriz ortamlarında iyice telaşlanan orta sınıfların faşizme kolaylıkla kayabildiklerini gösteriyor.
Bu tür analizlerden yola çıkarak dünyadaki hemen tüm ülkeler pozisyon belirlemeye çalışıyor. Lahana yaprakları gibi açılan ve sürekli sürprizler üreten kriz ortamında doğru çizgiyi belirlemek çabası içine giriyor. Bunun gerçekleştirilmesi için en gerekli olan unsur ise güven. Toplumların yöneticilere, bu yöneticilerin ne yaptıklarını bildiklerine güvenmesi gerekiyor. Güven olmadığı taktirde en iyi politikaların bile başarıya ulaşması şansı zayıflıyor.
Türkiye'de asıl eksikliği duyulan da zaten güven. Süleyman Yaşar Taraf gazetesindeki sütununda bir kriz lobisinin sürekli gündem saptıramaya calıştığından ve kendi kayıplarını vatandaşa ödetmek istediğinden dem vuruyor. Haklı olabilir. Ancak
kriz lobileri her ülkede var. Bunları etkisizleştirmek de hükümetlerin işi.
Türkiye'de asıl kaygı veren hükümetin kriz konusunda toplumla düzgün iletişimi önemsemeyen,
küstahlaşmayı güven göstergesi sayan yaklaşımı. Bu yaklaşım düzelmedikçe, doğru politikalara sonunda ulaşılsa bile krizin hasarı gerektiğinden daha ağır olacaktır.
Yayın tarihi: 14 Aralık 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/12/14//ozel.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.