kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
23 Kasım 2008, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
Pazar SABAH  
METİN SEVER

Kel Vahit'le, Baykal arasındaki üç benzerlik

CHP'nin ve Baykal'ın son durumu, bana lise sondaki biyoloji hocamızı hatırlattı. 'Kel Vahit' ile Deniz Baykal... Nereden nereye. İnsan dimağı işte, kuş misali. Kel Vahit, ağır bir ağabeydi. Devlet partisi gibiydi! Altı ok gibi altı veciz sözü vardı: 'Dalgalandığı' zamanlar; "Benim dersimde kopya çekemezsiniz", "Benim dersime uzun saçlı gelemezsiniz" diye 'altı oku' sıralamaya başlardı. Derslerinde hava kurşun gibi ağır olurdu. Yeni yetme bizler, Kel Vahit'in 'resmi duruşunu' kabul etmediğimiz için sınıf tambura teli gibi gerilirdi. İşin ilginç tarafı Kel Vahit, veteriner olduğu için biyolojiden de bihaberdi. Kitabı okuyarak ders anlatırdı. Yani hem kel hem fodul! Ben de, bu gerilimde az hasarla sınıfı geçme hesabındaydım. Ancak sınavlar bittiğinde evdeki hesap çarşıya uymadı. Ama çıkmayan canda umut vardır. Bir gün Kel Vahit, 'sınıfa seslendi':
- İsteyen, kurtarma sözlüsüne kalkabilir.
Kurtarabilmem için mutlaka 10 almam lazım. O hafta biyoloji kustum! Ve o büyük gün geldi. Tahtada sahne aldık! Kel Vahit, yüzünde müstehzi bir ifade ile soru yağmuruna başladı. Kitaptan soruyor, ben yanıt verirken kitaptan takip ediyordu. Ne sorduysa cevap verdim. Sinirlenmeye başladı. Hiç unutmam. Son soru omurilik soğanın görevleriydi. Bu güzel soğanın dört görevi kitapta dört madde halinde sıralanmıştı. Yanıta dördüncü maddeden başladım. Birden, Kel Vahit'in yüzünde ay doğdu. Heyecanla bağırdı:
- Yanlış!
Çünkü, o birinci maddeye bakıyordu. Hemen cevap verdim:
- Hocam dördüncü madde.
Gözleri kitapta alt satırlara gitti. Okudu. Kırmızı renk yanaklarından tüm yüzüne, sonra kafasına doğru yayıldı. Ben 10 alıp sınıfı geçerken, ağır ağabey küçülmüştü. Karizma çizilmişti. Trajikomik hale gelmişti. Şimdi Kel Vahit'le, Baykal arasındaki üç benzerliği bulalım:
Birinci benzerlik: Kel Vahit, "Onu yaptırmam, bunu yaptırmam" diye kendi 'altı oku'nu dayatıyordu. Ana muhalefet yerine, 'baba muhalefet' yapan Baykal da, yıllardır devletin kırmızı çizgilerinden başa 'kuş' tanımıyor: Başörtülüler üniversiteye giremez. 12 Eylül Anayasası değiştirilemez gibi.
İkinci benzerlik: Kel Vahit, biyoloji hocası değildi. Veterinerdi. CHP de esasta bir siyasi parti, Baykal da bir siyasi parti lideri değil. Ergenekon'un avukatlığına soyunmakta bir beis görmeyen Baykal, partiyi toplumdan uzaklaşan, askerin yanında konuşlanan bir devlet organı haline getirdi.
Üçüncü benzerlik: Kel Vahit, iyi niyetli hoca gibi görünüp puan toplayayım derken, komik duruma düştü. Baykal da, yerel seçimler öncesi oy avcılığı yapmak için çarşaflı kadınlara rozet takmaya kalkınca trajikomik oldu. Nasıl olmasın:
- "Bunlar mutaassıp," dedi. Sözlük anlamı: Bağnaz, tutucu. Yani, "Bizim partimize gelenler bağnaz, tutucu insanlar," diyor Baykal. 'Mütedeyyin', yani dindar dese, belki olacak.
- "Bunlar masumane örtünüyor," dedi. Yani bir de masum olmayan örtülüler var. Masumun karşıt anlamına gelen sözcükleri sıralamayalım ve bu ayrımı, Baykal'ın siyaset tarihine naçizane katkısı kabul edelim!
- "Kızlarını örtünmeye zorlamıyorlar," dedi. Sevdi mi dövdü mü belli değil. Örtülü olmak kötü bir şeyse, o kızların örtülü annelerine rozet takmak ne menem bir gidiştir.
- "Bunlar türbanlıların üniversiteye gitmesini istemiyor," dedi. Peki bir gün. 'masum örtülüler', partide ön sıralara geçmek isterlerse ne olacak?
Ekonomik kriz nedeniyle son günlerin moda sözcüğüyle söyleyelim; Baykal, bir tür 'zihinsel resesyon', fikri dumur hali yaşıyor. Halkla temas kimyasını bozdu. Çünkü sokak, insanın ezberini bozuyor. En ağırı ise kucaklar bile gözükürken, tepeden bakan, küçümseyen o utanç verici dil. Ne yazık ki, samimi bir değişim, dönüşüm söz konusu olmadığında, devlet partisinin halka açılımı bu kadar oluyor. Daha doğrusu bir türlü açılamıyor. Çünkü inandırıcılığı yok. Hiçbir zaman da olmadı. 1998'deki kurultayda, Tony Blair gibi yaptı. Ricky Martin'in şarkısıyla, dumanlar içinde kürsüye geldi. Vatandaş inanmadı. Sonra 'Anadolu Müslümanlığı'na sarıldı, vatandaş yine inanmadı. Şimdi de çarşaflı kadınlar. Fakat yine olmayacak. Ve yaşanan artık trajedi değil komedi.