kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
16 Ekim 2008, Perşembe
Sabah
 
Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Yazarlar Çizerler
Gündem Siyaset Ekonomi Yaşam Dünya Teknoloji Turizm Otomobil
 
24 Saat
24 Saat
Refik Durbaş 1980’li yıllarda usta şair Dağlarca ile yaptığı bir söyleşi sırasında.

Şiirin bayraktarı öldü

REFİK DURBAŞ
16.10.2008
Türk edebiyatının yaşayan çınarı Fazıl Hüsnü Dağlarca, dün İstanbul'da tedavi gördüğü Başkent Hastanesi'nde hayata veda etti. 94 yaşında ölen şiir ustası, ardında 50'nin üzerinde kitap ve binlerce unutulmaz dize bıraktı..
Yazdığı ilk ve tek hikaye, daha ortaokul öğrencisiyken, hem de bir yarışmada ödül alarak 1927'de "Yeni Adana" gazetesinde yayınlanıyor. İlk şiiri ise 1933'te Kuleli Askeri Lisesi'nin son sınıfındayken "Yavaşlayan Ömür" başlığıyla "İstanbul" dergisinde... İlk şiir kitabı "Havaya Çizilen Dünya" ise Harbiye'den subay çıktığı 30.8.1935'te yayınlanır. Kitabın yayınlanış öyküsünü şöyle anlatacaktır: "Ortaokulun son sınıfında babam beni Kuleli'ye yazdırmak, subay yapmak istedi. Bir öğle yemeğinde bu konu açıldı. İstemiyordum liseyi, üniversiteyi okumak. Eğitimimi yurt dışında sürdürmek amacımdı benim. Peçetemi efendice masaya koydum. Duvarda üst üste konmuş Kur'an'lar vardı; en üsttekini, bir tırnak büyüklüğünde olanı, annemin sınav günleri için cebimize koyduğu küçük Kur'an'ı sandalye üstüne çıkarak aldım. Öptüm üç kez. 'Ben subay olmayacağım' dedim. Oturdum yerime. Yemeğime başladım. Babam, o düzenli aile yaşamımızda karşılaştığı bu tek başkaldırıyı şaşkınlıkla izledi. Kalktı ayağa, gitti. Kur'an'ların en alttaki, en büyüğünü aldı. Öptü üç kez. 'Ben seni subay yapacağım' dedi saygın sesiyle... İşte subay çıktığım gün, kendi paramla yayınladığım 'Havaya Çizilen Dünya', Kuleli 11. sınıfta iken yitirdiğim babama sevgilerle dolu bir sesleniştir." Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cumhuriyet döneminin en çok yazan bir şairi, belki de başlıcası idi. Behçet Necatigil deyişi ile de "Tanzimat'tan beri şiirimizin en verimli sanatçısı"... Yaşamı boyunca hiçbir zaman "düzyazı"ya yüz vermedi, 50'li yılların sonlarında kısa bir süre "Vatan" gazetesindeki köşe yazarlığı dışında... Her kitabını ayrı bir kalemle yazdı. Kışları koyu renkte takım elbiseler giydi, merinos kumaşından; yazları keten giysileri tercih etti. Sigara da içmedi yaşamı boyunca; ama dört yaşında babası veselisiyle başladığı içkiyi son yıllarına kadar da terk etmedi. Askerlik döneminde sporun her türüyle ilgilendi, okul takımında futbol oynadı. Börekler, ıspanaklı börek, et yemekleri, meze türü şeyler ve patlıcan salatası sevdiği ve yaptığı yemeklerdi.

'SEYYAR YAZAR' DEĞİLDİ
Son yıllarda yaşlılığını şöyle tanımlıyordu: "Yaşlanmanın bir tek sıkıntısı var: Kimi hatırlasam ölmüş. İyi yanları daha fazla: Herkesi affediyorsun. Gözlerim gücünü yitirdi. Bu yüzden mutlu oldum. Düşünerek sevmeye benziyor. Çok yaşamak içtenlikmiş..." Nasıl şiir yazdığını ise şöyle anlatmıştı: "Seyyar bir yazar değilim. Birkaç konuyu birden yazdığım doğrudur. Onların defterleri masamdadır. Büyük bir masam vardır evde, masa çevresinde iskemleler vardır. Her iskemlenin önünde ayrı bir şiir dosyam vardır. Sabahları çalışırken canımın istediği dosyanın önüne otururum. O konuda yazarım. Sonra canım ister, başka bir iskemleye otururum. Başka bir dosya üzerinde çalışırım. Böylece 10-15 kitap birden oluşur." Yaşadığı gibi yazdıklarının bilincindeydi. "Yapıtlarımın ilki dışında hepsi bir bütünlük taşır. Bunlar belki de bilinçaltındaki kalıcılık isteğimdir. Yapıtlarımın hepsi bakışlarımdır benim. Onlarla görmek isterken, görünürüm de. Görmek istediklerim, göründüklerimin bin katıdır." Sezgiden akla, söyleyiş savrukluğundan şiirsel bir yapı bütünlüğüne, doğanın metafiziğinden yaşayan, soluk alan insan gerçeğine... Yalnızca yapıtlarının adlarını saymak bile Türk şiirindeki Dağlarca gerçeğinin altını çizerek de olsa, üç çeyrek yüzyıla yaklaşan şiir serüveninin geçirdiği evrimi aydınlatmaya yetebilir mi? 1998'in ocak ayı başında, Kadıköy'den Selimiye'deki evine gitmek isterken, bir kamyonet çarpmıştı Dağlarca'ya. Kazadan sonra sabah telefon açmıştım. Kazanın oluşumundan çok, ölümle hesaplaşma çabası içindeydi. İlk sözü "Artık yüz yaşına kadar yaşayabilirim" olmuştu. Şairler, şiirlerinizin ses bayraklarını yarıya indirin.
Haberin fotoğrafları