Kalabalık ziyafet sofralarında yapılan muhabbetin en ballı, en keyifli, en demli zamanları, son dakikalarıdır. Hatta son bir saati... Bazıları karnı doyduğu anda masadan kalkıp televizyonun karşısına geçer ya... İşte o benim gözümde, eve bir kez daha davet edilmesi pek mümkün olmayan konuk çeşididir. Çünkü zaten o masanın döşenme sebebi 'aç karnı doyurmak' değil 'meclisi kurmak, işkembeden ziyade, ruhu doyurmak'tır. Hele ben misafirsem, ev sahibinin tabaklar boşalır boşalmaz sofrayı toparlayıp, mufakta bulaşığa geçmesi, en rahatsız olduğum durumdur. 'Hadi kardeşim yedin, içtin, kalk bir an önce evinin yolunu bil,' der gibi.. Oysa kalsa ya o sofra öylece.. Kimse kalkmasın yerinden... Ağır ağır yensin yemekler, yudumlar sindire sindire, muhabbetle tükensin. Ki bu sabır gösterildiği taktirde görülür ki, en tadından yenmez olan, işte 'o son bir saatte' yaşanandır. Rahat rahat, geniş geniş... Ben yazın son günleri sahil kasabalarının cennetten çıkma tenhalığını, ziyafet masalarının 'o son bir saatine' benzetirim. Masada ehli keyf birkaç kişinin kalması gibi, sahil kenarlarında da sonbaharda tek tük, ama keyiften çatlama noktasına gelmiş şanslılar yaşar. Artık iyotun etkisi midir nedir, bilenler bilir, deniz kenarında zaman ağır çekim ilerler. Bu da o havayı soluyanların ruhuna işler. Hareketler yavaşlar, sohbetler koyulaşır, telaş kelimesi sözlüklerden çıkarılır, gözler bile daha bir baygın bakar. Sohbaharda ayakları deniz suyuna bandırmak insanı bir başka türlü arındırır. Boş plaj, yakan ama kavurmayan güneş, tek hücreli veya iki ayaklı, her türlü bakteriden, mikroptan arınmış bir deniz, tenha olduğu için 10 numara servis veren balıkçılar ve artık pikeyi boğaza kadar çektiren serin gecelerde huzurlu uykular.. Gel gör ki, lafın gelişi değil yani keşke gelip de görebilseniz ki, örneğin şu anda benim buluduğm Çeşme-Alaçatı, sadece yerli halka kalmış durumda. Onlar bu durumdan şikayetçi değil gerçi. (İşletme sahipleri hariç!) Aslına bakarsanız ben de.. Ama, yine boğazdan örnek vereceğim, diyelim evde şöyle patlıcanları bir güzel közleyip şahane bir hünkar beğendi yapmışım.. E ben o yemeği oturup
Yaprak Dökümü'nün karşısında tek başıma yesem ne oluuur yemesem ne olur?! Kapı çalacak, dostlar gelecek, o yemek hepberaber yenecek, 'Ohh eline sağlık,' denecek, beraber geviş getirilecek ki, o patlıcanların, etin, beşamelin hakkı verilsin. Kısacası içime sinmiyor. Bir avuç insana bu kadar 'zengin sofra' fazla geliyor. Hem en son ne zaman plansız, hesapsız bir hafta sonu kaçamağı yaptınız ki? Şu ara konaklama da neredeyse bedavayken.. Yakın olanlar Çeşme-Alaçatı'ya, diğerleri en yakın su kenarına... Ayrıca su hayattır. Stresi, elektriği alır, bir de malumunuz su akar Türk bakar, sonbahar depresyonuna ise birebir iyi gelen bir ilaçtır. Kim demiş yaz bitti diye! Haydi, kaldırın poponuzu yahu! (Bekârlara not: Hem belli mi olur, bakarsınız Poseidon, yaz mamüllerine inat, kucağınıza şahane bir 'kalıcı aşk' da bırakır!)
Yayın tarihi: 14 Eylül 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/09/14/pz/haber,898C6BAA23F840228BF525903F7457B5.html
Tüm hakları saklıdır.