Medya bir düşmanlık alanı da olabilir, insanların birbirini anlamasına yardımcı olan bir "konuşma odası" da. Ermenistan ziyareti, iki ülke arasındaki yakınlaşmada basının sorumluluk yükünü gözler önüne serdi.
Bir grup gazeteci, maç öncesinden
Erivan'a geldik. Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül ve Ermenistan Cumhurbaşkanı
Serj Sarkisyan'ın öncülük ettiği "futbol diplomasisi", iki ülke hakları arasında 90 yıldır süren çekişmeyi, düşmanlığı ortadan kaldırabilecek bir fırsatı yarattığı için, bir anlamda "
tarihe tanıklık ediyoruz " burada.
Tüm dünyanın ilgiyle izlediği maç, bu kez furtbolu anlamanın çok ötelerinde bir yerlere taşıdı. İnsanlar
Erivan'da buluştular, birbirlerini kanlı canlı gördüler ve konuştular. Gazeteciler de birbiriyle buluştu. İçinde yaşadığımız küskünlükler, kırgınlıklar ve düşmanlıklar coğrafyasında, bizim buluşmalarımız tabii büyük ve farklı bir önem taşıyor.
Cengiz Çandar dün şöyle yazıyordu:
"Erivan'da tarihe geçecek türden 'futbol diplomasisi'nin yanı sıra bizler de 'public diplomacy'nin, yani 'sivil toplum araçları'yla yapılan 'kamusal diplomasi'nin bir parçası haline geldiğimizi fark ediyoruz. Bizlerden kadınlıerkekli çok genç yaşlardaki Ermeni meslektaşlarımızla konuşurken Hasan Cemal, cince bir soru yöneltti onlara. "Sıradan söyleyin bakalım" dedi, "Nerelisiniz?". "Erzurum, Muş, Erzurum, Eleşkirt (köyünün adını da söylüyor), İran, Van, Bayburt, Kars, İran, Muş, Erzurum, Kars, Kars, Muş, Kilikyaİskenderun, Kars, Van... En uçtaki delikanlı kameraman, 'Ben azınlığım' cevabını verdi, 'Erivanlıyım!.."
Ermeni gazetecilerin çoğu
Türkiye'den meslektaşları ile ilk kez bir araya geliyordu. Aynı coğrafyaya mahkûm iki komşu arasındaki bu "
uzaklık ", yaşanan problemlerin "
aynı " kalmasında büyük etken. Sebebi ne olursa olsun, düşmanlık üreten her konu, iki ülke medyalarının merceğinden geçerken başka pek çok ülke arasındaki ihtilaflarda olduğu gibi "
anlama"yı, "
empati"yi engelliyor.
Burada buluştuğumuz Türk diplomatlar da, Ermeni devlet yetkilileri de sözü bir noktada basına getirmekte. Eğer bu iki ülke arasındaki yakınlaşma "
hakiki " bir dostluğa dönüşecekse, bu ancak gazetecilerin samimi çabalarıyla olabilir. Bu aşamada açık olan şey, iki ülke okurlarının ve medya izleyicilerinin, "
öteki " taraftaki düşünceleri, farklılıkları hemen hiç bilmediği. Medya bu köprüyü acaba kurabilecek mi?
Bunun için ezberlerin bozulması gerekiyor. Her iki tarafta da iki tür gazeteci var: Biri, robot gibi sürekli bazı sabit görüşleri, olumsuz klişeleri halka taşıyan, dolayısıyla sorunları sadece yeniden üretmeye hizmet eden bir gazeteci tipi. Onun işi, algılamaları kördüğüme çevirip düşmanlıkları perçinlemek, nefreti körüklemek.
Diğeri ise, farklı görüşlere de yer vererek, bir tarafın diğerini "
anlamasına" yardımcı olan gazeteci tipi. Onun işi değişime, çözüme, daha barışçıl bir geleceğe mesleğinin gereğini yaparak farklılıkları bozmadan, yalanlarla kirletmeden, gerçeklerin binbir yüzünü aktararak - katkıda bulunabilmek.
Erivan'da bir Ermeni dostumuz yakınıyordu. "Maç vesilesiyle son birkaç haftadır Türk basınında çıkan yazıların çoğunu burada insanlar maalesef bilmiyor" diyordu. Ona göre, her iki ülkenin gazetelerinde çıkan yorumlar olumlu bir kamuoyu oluşmasında hayati önem taşıyordu. Bu dostumuz şimdi böyle bir "
basın yoluyla diyalog " mekanizması kurmanın peşinde.
Basın için resmi devlet politikaları ile halkın duygu, eğilim ve beklentileri arasında durmak kadar, "
öteki mahalle "ye açacağı pencereler de önemli.
Bu yeni süreçte vermemiz gereken sorumluluk sınavlarına bir yenisi daha böylece eklenmiş durumda. Açık ki, ezberciliğin işgali, bu mesleği frenlemekte.
Yayın tarihi: 8 Eylül 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/09/08//baydar.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.