Türk-Ermeni futbol dostluğu
"döküntülük" düzeyinde pek güzel kuruldu maşallah... İki takım da dökülme yarışına girdi, daha az dökülen maçı kazandı... Mesele bundan ibarettir.
"Tarihi zafer" falan gibi lafazanlıklara yüz vermeyiniz.
Takımın
"dostluk gösterisi" amacıyla maça asılmamış olduğunu da, düşünmek bile istemiyorum! Fakat
"gol atınca çok fazla sevinmeyin de adamlara ayıp olmasın" şeklinde kulakları bükülmüş gibi geldi bana...
Sanırım İspanya, Belçika gibi takımlar bu Ermenistan'ı grubun
"averaj takımı" haline getireceklerdir. Bu oyunla, iki gün sonra, çarşamba akşamı bizi bekleyen bozgun da belki aklımızı başımıza toplamamıza yardımcı olacaktır. Sonucu da on üç ay önceden söyleyeyim: İspanya birinci olacaktır, biz ikincilik için Belçika'yla çekişeceğiz... Hiç öyle heyecanlanacak bir durum yok ortada.
Fakat ağaçları bırakalım, ormana bakalım.
Milli takım, kimbilir hangi basın hergelesinin haybeden
"imparator" lakabını taktığı Fatih Terim yönetiminde 78 maç yapmış... (Zeki Müren'e
"sanat güneşi", Ajda Pekkan'a
"süperstar" diyen zevzeklerden elbette bu da beklenecekti.)
Bu 78 maçın 37'si galibiyetle, 22'si beraberlikle, 19'u da yenilgiyle sonuçlandı. 115 gol attık, 87 gol yedik.
(
"Galibiyet" diyeceksek niçin
"mağlubiyet" demiyoruz da
"yenilgi" diyoruz?
"Yenilgi" diyeceksek niçin
"yengi" demiyoruz? Osmanlıca mı konuşacağız Türkçe mi? Bu ne
"şizofren" bir ülkedir yahu?)
Bu ara bilanço, bizim takımın
"vasatın az üstü" olduğunu gösterir.
Kötü değil, ama iyi de değil, ortadan azıcık hallice...
(UEFA kararıyla
"darılmaca küsmece olmasın diye dördüncülük ortadan kaldırıldığı" için Rusya'yla birlikte Avrupa üçüncüsü, Şenol Güneş döneminde de Çin, Japonya, Güney Kore gibi dandik takımları yenerek, alt tarafı Kosta Rika'yla da berabere kalarak dünya üçüncüsü... Büyük bir başarı değil ama kötü bir sonuç da değil, ortadan azıcık hallice...)
Türk
milli takımı böyledir,
Türkiye de böyledir. Kötü değil ama iyi de değil, ortanın azıcık yukarısı...
Bu bir aşamadır, bir başarıdır. Çünkü eskiden
milli takım da berbattı,
Türkiye de berbattı.
Polonya gibi, Çekoslovakya gibi sıradan takımlara 7-0, 8-0 yenilirdik, 2-0 yenilince
"yenildik ama ezilmedik" teranesiyle bunu
"şerefli mağlubiyet" sayardık... Şimdi olsa
"onurlu yenilgi" denilecekti...
Fenerbahçe, Galatasaray, kimi zaman da Beşiktaş
"Avrupa şampiyon kulüpler kupasına" ilk turda veda ederlerdi. Bazı yıllar ikinci tura geçtikleri olur, bu büyük bir başarı sayılırdı... (O zamanlar bu kupanın adı Şampiyonlar Ligi değildi ve
"eleme usulü" oynanıyordu... Ona bakarsanız, yok, üç korner bir penaltı değildi tabii ama kaleciye geri pas serbestti ve de hakem uzatmaları
"kafasına göre" oynatırdı, başka kimse oyunun kaç dakika uzayacağını bilemezdi...)
1967 yılına kadar toplam
Türkiye'de bir tek çim saha da yoktu ha!
Ama hepimiz Demirel'e düşmandık.
"Sağcı" olduğu için.
Türkiye nereden nereye geldi...
Birtakım çıkar çevreleri muhalefet kisvesi altında puştluk etmeseler, daha da ilerleyecek.
Yayın tarihi: 8 Eylül 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/09/08//ardic.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.