Bu karmaşık ortamda pek çok gazetecinin hata risklerini göze alarak yaptığı çalışmalar, rahatsız olanlarca bir küfede toplanmaya çalışılıyor. Bu konuda son slogan "gizliliğe saygı gösterin". Oysa mesele bambaşka.
Bir "
bilgi kirliliği " tartışmasıdır gidiyor. Sızdırılan bilgilerin kaynağına gidip "
gerçek habercilik " önerenler, hoşlarına gitmeyen sızdırma haberlerin tümünü ezbere "
yalan " sayıp sövenler, bir dava konusundaki yorumları "
yargıya müdahale " diye engellemeye çalışırken bir başka davayla ilgili yorumlarını sanki o yargıya müdahale olmuyormuş gibi saçıp savuranlar...
Terör örgütü soruşturmasında zanlı konumunda olan meslektaşlarını "yargıya müdahale" hassasiyetlerini hiçe sayarak TV'lerde saatlerce tek taraflı konuşturanlar, bunu da "
tarafsız gazetecilik " diye yutturmaya çalışanlar...
Bir hukuk davasını yüceltirken ötekini yerin dibine batırmak için çırpınanlar... "
Bilgi kirliliği " adı altında bilgiyi kirleten, tecrübeye gölge düşürenler...
Ve, son yapılan
GENAR kamuoyu araştırmasında, en az güvenilen kurumlar arasında en altta görünen, yeri değişmeyen medya.
Medyanın bu hale gelmesinde başrollerde olanlar, paslanmış rollerinden vazgeçmemekte direniyor çünkü. Kimileri yanlışları cahilce savunuyor; kimileri de kötü niyetle, bile bile.
Bir kere, bir efsane üretildi. Ama efsanenin tersine, yalanlanmayan haberlerin sayısı ötekilerden çok daha fazla. Bir yere not edelim.
Ayrıca şunu da ekleyelim: Sızdırma haberler pekala güvenilir, doğru olabilir; dolayısıyla yayınlanabilirler. "Sızdırmaysa yayını yasak" diye bir kural olamaz. Öyle olsaydı, yasalara meydan okumayıp, "derin gırtlak" adlı kaynağa itibar etmeseydi,
Washington Post,
Watergate skandalını ortaya çıkaramaz;
New York Times mahkemelik olmaktan korkup gizli
Pentagon belgelerini yayınlamazdı! Son haftalarda
Ergenekon soruşturması nedeniyle ortaya çıkan tartışmada, "bilgi kirliliği" meselesine el atan, adı var hükmü yok niteliğindeki (sadece bir medya grubunun ciddiye alır göründüğü)
Basın Konseyi adlı kuruluşun "
ebedi şefi " olan bir "
başyazar ", soruşturmaların gizliliğine saygı gösterilseydi, "kirlilik" dediği şeyin yaşanmayacağını anlatmaktaydı, ciddi ciddi. Gazetecilikle ilgisi olmayan bir hukuk adamının (Sabih Kanadoğlu) sözlerini de buna kanıt olarak göstermekteydi.
Gizliliğe uyarsak, "
bilgi kirlenmesini önlemiş olurmuşuz! " Bunu söyleyen "
başyazar "ın 28 Şubat döneminde, doğru mudur değil midir düşünmeye bile gerek görmeden gizli soruşturma belgelerinden "
bilgi "lerin (!) üzerine atlayıp, bazı meslektaşlarından "alçaklar" diye bahsetmesini bir tarafa bıraksak bile, son iddialarının sergilediği "
gazetecilik" anlayışının ne olduğunu incelemek gerekir.
"
Gizliyse yayınlamayın " anlayışı, gazeteciliği hukukun, yasamanın insafına ve sınırlarına hapseden, onun "
bağımsız " konumunun köküne kibrit suyu eken bir anlayıştır. Hukukun özgürleştirici yanlarını hiçe sayar, kısıtlamalarına sarılır. Bu nedenle despottur, kötü niyetlidir, tahammülsüzdür.
Gazeteciliğin en önemli kanallarından biri olan sızdırma haberleri toptan "
kamu çıkarına aykırı" göstermek, başka türlü açıklanamaz. Halkın ilkeye dayalı bir mesleki yargı üzerinden bilgilendirilmesine dair hak ve özgürlükleri hiçe saymanın Türkçesi budur.
Sırları artık dökülen, hükmü kalmayan gazetecilik anlayışı da işte budur.
Medya içindeki sarsıntı ve kutuplaşmanın çekirdeğinde,
Türkiye'de her kurumu sarsan işte bu temel değişimin sancıları vardır.
Yayın tarihi: 21 Temmuz 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/21//haber,28EBBAF3065143DD9C9A1188FEB21B25.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.