Bush yönetiminin 11 Eylül sonrasındaki politikaları ve Irak savaşı ABD'nin hegemonik gücünün,
bu gücün yaslandığı meşruiyetin ciddi şekilde erimesine yol açtı. ABD Irak'ta gerçekleştirmek istediklerinin çoğunu gerçekleştiremedi. Ortadoğu'yu yeniden şekillendirmek için yola çıkanlar hem Ortadoğu'nun kendi dinamiklerinin önemini kabul etmek zorunda kaldılar hem de yaptırım güçleri ciddi ölçüde azaldı. Bunun yanısıra askeri ve siyasi enerjisini Afganistan ve Irak'ta tüketen ABD dünyanın çeşitli bölgelerinde
yükselen güçlerin ağır rekabetiyle karşılaştı.
Irak macerasının stratejik açıdan belki de en önemli, ve ABD açısından olumsuz sonucu ise İran'ın bölgesel gücünün artmasıydı. Afganistan savaşı sırasında Tahran Washington'a küçümsenmeyecek ölçüde yardımda bulunmuştu. Afganistan'da Karzai'nin Cumhurbaşkanı seçilmesinde kendisine yakın gruplara baskı yaparak belirleyici rol oynamıştı. Irak savaşı sırasında bile ABD'ye bazı konularda yardımcı oldu. Savaşın bitmesiyle birlikte de ABD'ye iki ülke arasındaki tüm sorunların masaya yatırılması ve çözüme bağlanması teklifini götürdü. Nankörlük ve kibir ABD'nin bu fırsatı tepmesine yol açtı
. Geçen beş yıl içinde de İran yalnızca Irak ve Körfez Bölgesi'nde değil tüm Ortadoğu'da siyaseti dikkate alınması gereken bir güç haline geldi. Nükleer enerji programıyla ABD'ye meydan okudu, Sünni Arap devletleri ve İsrail'i korkuttu.
İran'la yakınlaşma olur mu? 2009 seçimlerinin ardından hayli yüklü bir gündemle iş başına gelecek yeni Amerikan yönetimi İran'a yönelik yeni bir siyaset belirlemek zorunda. Muhtemelen bu siyasetin şekillenmesi İran'daki Başkanlık seçimlerinden sonra hızlanır. Bush yönetimindeki sertlik yanlılarının ve İsrail ile Sünni Arap devletlerinin arzusunda rağmen
İran'a yönelik bir hava saldırısı ihtimali, tamamen yok sayılamasa bile, zayıftır. Bu tür bir kararın meşuiyet zemini ne silahlı kuvvetlerde ne de Kongre'de yoktur.
ABD içinde konuyla ilgili tartışmada giderek bir ortak yaklaşım da şekillenmektedir. Eski dışişleri bakanı Kissinger veya ulusal güvenlik danışmanı Brzezinski gibi sözü geçen kişiler ikili müzakereler yoluyla iki ülkenin bir uzlaşma sağlayabilmeleri için zeminin mevcut olduğu kanısındalar. Emekli general William Odom ile birlikte yazdığı 27 Mayıs tarihli yazıda Brzezinski "böylesi bir dramatik diplomatik açılımın İran'ın Körfez bölgesini istikrara kavuşturmak için ABD ile
geleneksel işbirliği rolüne dönmesine de yardımcı olabileceğini" vurguluyor.
İran'ın bu türden bir yakınlaşmayı kendi radikalleri nedeniyle tepmemesi halinde 2010'lu yıllarda Körfez bölgesi ve Ortadoğu'nun stratejik topografyası köklü şekilde değişmiş olacaktır. Bu türden bir yakınlaşma İsrail'in stratejik ağırlığının göreli olarak azalması, Sünni Arap devletlerinin İran'ı dengelemek için kendi güçlerini tahkim etmeleri, ve son yirmi yılda siyasette ağırlıklı rol oynamış
devlet dışı aktörlerin öneminin azalması sonuçlarını getirebilir.
Bu senaryo gerçekleşmeyebilir. Ama ihtimal dışı değildir. Bu durumda 1979 İran devriminden beri stratejik olarak ABD'nin yaslanmak zorunda kaldığı Türkiye'nin kendi stratejik pozisyonunu yeniden değerlendirmesi de gerekecektir.
Yayın tarihi: 1 Haziran 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/01//ozel.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.