Hani şu
"içişlerimize karıştığı" için kendisine nefret kusulan Joost Lagendijk var ya... (Adam Hollandalı...
"Yost Lahındayk" okuyacaksınız... Van Gogh da aslında
"Fan Hoh" okunur!)
Oysa
"Avrupa Birliği'ne aday oldum" demek,
"içişlerime karışılmasını kabul ediyorum" demek... Bu konuda, açıkça
"girmek istemiyoruz" diyen faşistler,
"isteriz, ama..." numarası yapan faşistlerden çok daha dürüst davranıyorlar.
Lagendijk ilginç bir laf etmiş geçen gün.
Adam solcu ya (vay canına, hem pis emperyalist hem solcu nasıl oluyor?), demiş ki,
"ümidim, AB'yi ve laikliği savunan sol parti"... Türkiye'yi düze çıkaracak parti olarak böyle bir oluşum istiyor.
Adam gerçek soldan söz ediyor tabii... Türkiye'de böyle bir şey yok.
Türkiye'de sol ikiye ayrılıyor: Sol olduklarını söyleyen düzenbaz bürokrat kuyrukçuları, ve de, sol olduklarını samimi olarak sanan ve farkında olmadan bürokrat kuyrukçuluğu edenler.
Türkiye'de çağdaş demokrasiyi ve özgürlüğü savunan sol parti, bildiğimiz kadarıyla bir tek ÖDP... Onun da mecliste bir tek temsilcisi var: Ufuk Uras... Partiden ayrılıp adaylığını bağımsız olarak koymasaydı, sonra tekrar partisine dönmeseydi, yani bir çeşit
"yasal katakulli" yapmasaydı, bu da sağlanamayacaktı.
Yani,
"hem AB düzeyini hem de laikliği savunan sol parti" Türkiye'de solda sıfır... Cirmi kadar yer yakıyor...
Ülkemizde
"AB'yi ve laikliği savunan liberal parti" olabilirdi, eğer Mesut Yılmaz hata üstüne hata yapıp kendini ve partisini tarihin defterinden silmeseydi...
Fakat toplumda böyle bir
"force majeure" yok! Hem Avrupalı hem "la-dinolacak, sonra sağ ya da sol olarak ayrışacak...
Toplumda böyle bir partiyi taşıyacak, iktidara getirecek güçte sınıf yok.
İşçi sınıfı köylülükle lumpenlik arasında sıkışmış kalmış, burjuva sınıfının daha hâlâ bürokrasiden ödü patlıyor.
Yeni oluşmakta olan Anadolu burjuvazisinin de laikliğe ağırlık verdiği söylenemez.
Aydınların (ve Aydın'ın gazetecilerinin!) çoğu bürokrasiye kuyrukçuluk da değil, düpedüz uşaklık ediyorlar.
Bu iş, gene, AKP ya da onun yerine kurulacak gene aynı havada bir partiye kalıyor.
Türkiye'nin dramı budur.
Ama böyle olmasında da şaşılacak bir şey yoktur.
Çünkü Türkiye'nin tarihi de, yapısı da, gerçeği de Batı'ya hiç benzemez.
Öyleyse Avrupa kapılarında ne işi vardır? Bu da ilginç bir sorudur.
Fakat Türkiye'nin Tanzimat'tan bu yana girdiği yaklaşık iki asırlık yolun varacağı doğal nokta da budur: Avrupa kapısı.
Daha da geriye dönmek isteyen ütopyacı
"Arapçılar" da, dünyadan kopmak isteyen Kemalistler de bunu bir türlü görmemekte direniyorlar ve birbirlerini yiyorlar.
Türkiye bu sancıyı aşabilecek midir?
Sanmıyorum. İliklerinde mevcut faşizm genleri ağır basacak ve yirmi birinci yüzyılı da ıskalayacaktır.
Ben artık üzülmüyorum, gülüyorum. Üzülmekten yoruldum.
Yayın tarihi: 21 Mayıs 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/05/21//haber,44A502C8E2514CFDB167835707F7D50D.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.